Musul’da zamanımızın Haricîleri’nin elinden kaçarak Hz. İmam Huseyn’in (O’na selâm olsun) şehrine sığınan Ezîdî aile, yaşadığı dramı anlatıyor…

Mukaddes Hz. Abbas (Allah'ın selâmı üzerine olsun) Türbesi, tekfirci cani DAİŞ (IŞİD- DAEŞ) çetelerinin zulmünden kaçarak Dohuk’taki çadırlardan birinde yaşayan Ezîdi bir aileyi kabul etmişti. Tekfirci DAİŞ’in terörünün elinden şaşırtıcı bir şekilde kurtulan bu aile aynı zamanda Şehitlerin Efendisi Hz. İmam Huseyn’in (Allah'ın selâmı üzerine olsun) şehrine sığınan Ezîdi inancına mensup ilk aile. Mukaddes Hz.Abbas (Allah'ın selâmı üzerine olsun) Türbesi’ne ait büyük misafirhanelerden birinde misafir edilen aile, Mukaddes Türbe’ye bağlı Göçmenlere Yardım Komitesi’ne tekfirci cani teröristlerin kanlı işkencelerini ve kadın, çocuk yaşlı demeden yaptıkları akıl almaz vahşilikleri anlattı.

Tekfirci canavarlar onları serbest bırakmadan önce türlü türlü işkenceler uygulamış. Tabii ki hepsini salmamışlar; genç kızlar gibi…


Birkaç kişiden oluşan aile Mukaddes Hz.Abbas (Allah'ın selâmı üzerine olsun) Türbesi’nin sıcak karşılaması ile karşılaştı. Mukaddes Türbe hem insani hem de ahlaki bir vazifesinin gereği olarak toplumun göçmen kesimine hizmet etmeye yönelik yerine getirmekte olduğu ve Göçmenleri Barındırma Projesi kapsamında aileyi güvenli bir barınma yerine yerleştirdi.

Uluslar arası El-Kefîl Ağı, Mukaddes Hz.Abbas (Allah'ın selâmı üzerine olsun) Türbesi Göçmenlere Yardım Komitesi Başkanı Seyyid Nafi Musawî eşliğinde göçmen Ezîdi aile ile uzun bir röportaj yaptı.

Ulaştığımıza gözümüze beyaz giysi giyen yaşça büyük bir hanım ilişti. Hanımın adının Erzak Kasım Halef olduğunu ve bir süre sonra da ev hanımı olduğunu öğrendik. Tekfirci IŞİD çetelerinin zulmünü anlatırken iniltileri yükseliyor, yaşadığı korku dolu anların dehşeti ve paniği gözlerine yansıyor. Aradan geçen zamana ve güven içerisinde olmasına rağmen yaşadığı acı hatıralar sebebiyle halen kendini güvende hissetmiyor. Yaşadığı anlar hayal gücünde canlandıkça iç dünyasındaki yaralar tekrar sızlamaya başlıyor.

Kendisine selam verip halini hatırını sorduk. Sağlık durumundan da emin olduktan sonra bize hikayesini ve yaşadığı olayları anlatmaya başladı. Başta nereden başlayacağını bilemedi. Ancak biz terörist IŞİD çetelerinin, Sincar (Şengal) kazasına ilk girdiği anlarda yaşanan olaylar ile başlamak istedik. Musul’un batısında yer alan ve normalde gayet barışçıl, sakin ve güven dolu olan bu kaza; teröristlerin girmesi ile birlikte bir anda korku havasına bürünmüş. Kaza sakinleri kalplerine bir anda düşen korkuyla kaçışmaya başlamışlar. Tıpkı orada yaşayan binlerce aile gibi bu aile de 37 kişilik büyük bir aile. Bu da onların şanssızlığı olmuş. 19 kişi Terörist IŞİD çetelerinin kurduğu pusuya düşmüşler. Geri kalanı ise kaçmayı başarmış. Pusuya düşenlerin 10’u bayan 9’u erkek. Bayanların en küçüğü 5 yaşında bir kız ve en büyüğü 62 yaşında bir hanım. Erkeklerin ise en küçüğü 2 yaşında bir bebek ve en büyükleri 67 yaşında bir bey. Pusuya düşen aile efradı için insanlık, rahmet, şeref ve haysiyetten yoksun bu canavarların kırbaçlarının altında yeni bir hayat başlamış. Tamamen hayvansal içgüdülerle hareket eden ve karşılarına geçen herkesi avlamayı düşünen bu vahşiler tarafından bir okul binasına hapsedilmişler. Kısa sürede esirlerin sayıları arttıkça artmış ve onbinleri bulmaya başlamış. Ancak bunların hepsi Ezîdi değilmiş. Onlarla birlikte bu zulmü yaşayan bir kesim daha varmış: Ehlibeyt’in (Hepsine selâm olsun) aşıkları ve Onlar’ın izinden gidenler… Şehirlerinden çıkıp kurtulacak kadar şanslı olmayanları. Suçları de belli: “Rafızî pislikler” olmak. Ezîdî’ler ise müşriklermiş ve Müslüman olmak zorundalarmış.Yoksa öldürülecekler ve ırzları helal sayılacakmış. İşte bu şekilde erkekler ayrılmış ve kadınları sınıflandırmaya başlamışlar. Her kadını yaşına ve görünüme göre kategorize etmeye başlamışlar. Zorakî “eleme” son bulup “final”e gelince sıra alçaklığın yeni ve daha rezil bir sınıfına gelmiş. “Emir”ler. Pâk Muhammedî İslam’ı karalayan ve ona ters ne varsa her şeyi din adına yapmayı misyon edinen çakma din adamları. Hz. Peygamber’in (Allah'ın salât-ı O'nun ve Pâk Ehlibeyti'nin üzerine olsun) “Şüphesiz üstün ahlakı tamamlamak üzere gönderildim” buyruğunun taban taban zıttını, yani ahlaka aykırı ne varsa İslam adına yapmaya çalışan bu canavarlar, karnelerine yeni bir iğrençliği daha kaydetmiş: Tekfirci IŞİD’cilerin diliyle “Sebaya”. Yani esir alınmış kadınlar. Her biri “emir” diye hitap ettikleri o aşağılık vahşilere gönderilen birer “hediye” (!) Bu rezilliği yaparken esirler evlilik çağında mı, evli mi, sağlıklı mı, hasta mı vb hiç birine hiç aldırmadan göndermişler. Onlar için her şey mubahtı. Çünkü Allah’ın indirdiğini bir kenara bırakıp kuralları kendileri koyuyuyor ve kendi keyiflerine göre uyguluyorlardı.

Erzak Hanım, Arapça’yı çok iyi konuşamadığı için söyleşiye çevirmen aracılığıyla devam ediyor. Ara ara gözleri yaşlarla dolup taşıyor. Bazen de kurtulan oğluna gözleri ilişiyor. O da dehşet içerisinde. Elinde ailesinin üyelerinin kimlikleri. Onlara bakıyor. Hasret içerisinde bir bir inceliyor. Birinde uzun uzun duruyor. 11 yaşında bir çocuğun kimliği. Bir kız çocuğu. O kapkara ruhlu fitne “emir”lerine hediye edilmiş. Tüm bunlar yetmezmiş gibi bu sefer bir hapishaneden diğerine taşınıyorlar ve diğer ailelerle birlikte Musul’un farklı kazalarına kurulmuş bu “işkencehane”lerde aynı şeytanî işlere tekrar tekrar maruz kalıyorlar. Erzak Hanım bu insan görünümlü şeytanların elinde bir facia daha yaşıyor. Terörist IŞİD tarafından tutuklandığı andan itibaren beri sürekli yanında olan ve bir oraya bir buraya götürüldüğü müddet boyunca sürekli ona destek olan kızı, o insan görünümlü şeytanlar tarafından seçiliyor.Genç kız kendini kolayca teslim etmiyor ve elleriyle ona saldıran alçak gürültücüyle çatışıyor. O adi de iyice galeyana gelip kızcağızı yumrukluyor, silahını ona doğrultup üzerine doğru ateş ediyor. Ateşin sonucunda zavallı kızcağızın boyun tarafında omuriliği çiziliyor ve aklını yitiriyor. O vahşi şeytanın yaptığının neticesinde gencecik yaşta, ömrünün baharında iken bir anda geri kalan ömrü heba oluyor.

Ara ara durmaya devam ediyoruz. Sebebi sadece yorgunluk değil. Faciaları yeniden yaşayan zavallı kadının ağlayışı ve iniltisinin konuşmasına engel olması. Zavallı kadın bir süre sonra kendini toparladı: Başımıza gelen kötü muamele kimsenin başına gelmedi. Yapılanların ne İslam’la ne insanlıkla hiçbir ilgisi yok. Hatta hayvanlıkla bile bir ilgisi yok. Gözlerinizin önüne getirin. Onbinden fazla kişi; sıkış sıkış, daracık bir yerde, sıcak ve rutubetli bir yerde hep birlikte. Bu yüzden süt emen bebeklerimizi kaybettik. Son derece zorlu şartlara direnemediler. Ancak bizimle birlikte tutuklu olan ve özel bir şekilde cezalandırılan tutuklular dikkatimizi çekti. Bizden farklı çok katı bir muamele görüyorlardı. Bize bile uygulamadıkları birbirinden farklı türden işkenceleri ve eziyetleri onlara yaptılar.Tutuklu oldukları tüm süre boyunca elleri ve gözleri bağlıydı. Kim olduklarını sorup soruşturduk. “Rafızî pislikler” diye isim verdikleri bir inanca mensuplarmış. Onlar bu halde (elleri gözleri bağlı) iken önlerine yemek ve içecek koyuyorlardı. Sürekli onlara; her türden aşağılayıcı, utanç verici ve incitici sözler söyleyip bağıra çağıra çok ağır küfürler ediyorlardı. Bir insan eli ve gözü olmadan nasıl yemek yiyebilir ki?! Tutuklulara ve esirlere yapılan toplu idamlar ve kafa kesmeler cabası. Oradan buradan bize haberleri geliyordu…”

“Yaklaşık altı ay boyunca süren ve bitmek bilmeyen eziyetlerden sonra bir sabah; ben ve kızım, Kurdistan muhafız güçleri (Peşmerge’ler) ile olan bir esir takası anlaşması çerçevesinde benim ve kızımın serbest bırakılması karalaştırıldı. Ailemden veya ailemden geriye ne kalmışsa onu da arkamda terk etmeye mecbur bırakıldım. Daha sonra da oğlumla buluştum. Bizden tek kurtulan oydu. Çünkü IŞİD şehri işgal etmeden önce çalışmaya Süleymaniye’ye gitmişti. Biz Kerkük’teki göçmen kampında iken bizimle irtibata geçmiş ve gelip bize eşlik etti.”

“Kamptaki hayat şartları çok zordu. Gerçekten içler acısıydı. Kızımın sağlık durumu da kötüye gitmeye başlamıştı. Biz de oradan ayrılmayı düşündük. Kerbelâ’ya ve İmam Huseyn’e (O'na selâm olsun) gitme fikri geldi aklımıza. Çünkü biz Telafer’li Şii’ler komşumuzdu ve onlardan orası hakkında çok şey duymuştuk. (Oradan) birilerini tanıyan bir akrabamızla irtibata geçtik. Onun da yardımıyla Hz.Huseyn’in (O'na selâm olsun) şehri Kerbelâ’ya geldik. Şehre ayak basar basmaz çok farklı bir hissiyata büründük. Elimizde olmadan bir his içimizi kapladı ve şehri görür görmez şehre bağladı bizi. Bu şehirde garip bir sır olduğunu anladık. Güven içerisinde yemini yemek için yere konan güvercinler gibiydi. Gördüğümüz sıcak karşılama ve misafirperverlik de cabasıydı. Böyle bir muameleden uzun süredir mahrum kalmış, bize karşı yapılan barbarlıklara ve hoyratlıklara alışmıştık. Ben ve ailem, kendimizi; o dağılıp parçalanan ve hiçbir haber alamadığımız o (büyük) ailemizle birlikteymişiz gibi hissettik. Bu da biraz acılarımızı hafifletti. Özellikle de Mukaddes Hz.Abbas (Allah'ın selâmı üzerine olsun) Türbesi’nin, bu felaketi bizimle beraber yaşayan insanları misafir ettiğini gördüğümüzde (yaramız daha da hafifledi).”

Ahmed Şakir bey Erzak hanım’ın dediklerini bize çeviren beyefendi. Bu yürek parçalayan hikayelerden o da nasibini almış. Çok şey duyup görmüş. Onlardan birazını paylaşıyoruz. Şöyle diyor:

“Sincar’lı aileler bir araya gelip Sincar dağında kaldılar. Şartlar gerçekten içler acısıydı. Sıcak havaya, susuzluğa ve yiyecek olmayışına dayanamadıkları için küçük çocuklar ve yaşlılar kaybettik. Süt veren hanımlar, bazen şiddetle susadıklarını görünce kendilerini ağlamaya zorlayıp kendi gözyaşlarıyla ya da babalarının idrarıyla bebeklerinin susuzluğunu gidermeye çalışıyorlardı. Bir olay daha var. 9 Ezidî genç kız, IŞİD teröristlerinin onları koruyan gençleri nasıl katlettiğini görünce namuslarını korumak için kendilerini sarp bir vadiden aşağı atarak intihar etti. Bir olay daha var. (Ahmet anlatmaya devam ediyor). IŞİD’lilerden biri bir yaşına bile basmamış bir bebeği annesinin gözü önünde öldürdü. Çünkü genç kadın IŞİD’linin ona sahip olma isteğini reddetmişti. IŞİD’li de kadını kendini ona teslim etmezse çocuğunu öldürmekle tehdit etti. Bebek başını kaldırınca o caninin başında durduğunu gördü. Silahını doğrultup ateş açtı ve başına isabet ettirdiği kurşunla minik yavruyu oracıkta katletti. Başka bir olay daha var. Bundan çok oldu. IŞİD’liler onlara itaat etmeyi kabul eden Ezîdî gençleri, toplu halde Tel Afer’de çok sayıda bulunan Huseynîye’leri (Hüseynî dergah ve mescitler) yıkmaya ve yerlerine yeni camiler yapmaya zorladı. Bahaneleri de Huseyniyeler pismiş çünkü Rafizî’lere aitmiş…
Okur yorumları
Yorum bulunmuyor
Yorum ekle
İsim:
Ülke:
E-posta:
Paylaş: