Aşûra faciasından üç gün sonra...

Allâme Meclisî’nin “Bihâr-ul Enwâr” kitabında şöyle geçmiştir: “Esedoğulları kabîlesinin kadınları bu günde (H. 61 Muharrem 13) Fırat nehrinden su getirmek için evlerinden çıktılar. (Oraya vardıkları zaman) toprağın üzerinde cesetler yattığını gördüler. Kanları adeta o gün katledilmişler gibi akıyordu. Gözyaşları ve çığlıklar içinde geri döndüler. Şöyle dediler: “Siz evinizde otururken işte Resûlullah’ın (Allah O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) evlâdı Hz. İmam Huseyn (O'na selâm olsun), hane halkı ve dostları ile beraber; kurbanlıklar gibi boğazlanmışlar kumlar üzerinde (uzanıyorlar). Resûlullah’ın, Müminlerin Emîri’nin, Fatıma Zehra’nın karşısına çıktığınızda özrünüz ne olacak? Hz. İmam Huseyn’in (O'na selâm olsun) yardımına koşma fırsatı elinizden kaçtıysa kalkın (en azından) bu temiz bedenleri defnedin. Eğer onları defnetmezseniz onların defnini biz kendimiz üstleniriz.”

Bunun üzerine erkekler pâk naaşları defin için (katligâh’a) geldi. Ancak bu kimdi? Ya o kimdi? Bilmiyorlardı.

Onlar bu haldeyken bir süvari göründü. Ağlıyordu. Şöyle dedi: Ey Esedoğulları! Onların kim olduğunu ben size göstereceğim. Atından indi ve katledilenlerin arasında yürüdü. Babası Hz. Huseyn’in (O'na selâm olsun) naaşının başında durdu. O’na sarılıp O’nu koklamaya ve yüksek sesle ağlamaya başladı. Şöyle diyordu: “Babacağım! Senden sonra kederimiz pek uzundur. Babacığım! Senden sonra hüznümüz pek uzundur!” Sonra kabrin yerine geldi ve biraz toprağını kaldırdı. Kazılmış bir kabir ve yarılmış bir mezar ortaya çıktı. O’nun (O'na selâm olsun) müşerref naaşını tek başına indirdi.Kimseyi buna ortak etmedi ve O’nu kendi başına defnetti. Onlara “Benimle birlikte bana yardım eden var” dedi.

O’nu lahitine koyunca yanağını O’nun kesilmiş mubarek boğazına koydu ve “Senin pâk naaşını kucaklayan toprağa ne mutlu. Senden sonra dünya karanlıktır; ahret senin nurunla aydındır.Gece uyku yok, hüzün hep devam edecek.” Sonra O’nun Kabr-i Şerîfi’ne şöyle yazdı: “Bu susuz ve gurbet diyarda katledilen Huseyn b. Ali b. Ebî Talib’in (O'na selâm olsun) kabridir.”

Sonra da Amcası Abbas’a (O'na selâm olsun) doğru yürüdü. O’nu semâların farklı tabakalarındaki melekleri dehşete düşüren ve cennetlerin odalarındaki hurileri ağlatan o halde gördü. O’nun üstüne kendini attı. Mubarek başının kesildiği yeri öptü: “Senden sonra dünya olmaz olsun ey Haşimoğulları’nın Dolunayı! (Karşılığını Allah’tan bekleyen) şehîd; sana benden yana selâm olsun, Allah’ın rahmeti ve bereketleri (üzerine) olsun!” Sonra onun için bir mezar açtı. Tıpkı şehîd babasına yaptığı gibi O’nu da tek başına indirdi.

(Hz.Huseyn ve Hz.Abbas’ın -Allah'ın selâmı üzerlerine olsun- defnine kimseyi ortak etmemiştir) Ancak diğerlerinin defnine Esedoğulları’nı ortak ettiği doğrudur. Onlara iki yer tayin etti ve oralara çukur açmalarını emretti. İlk çukura Haşimoğulları’ndan olan şehitleri yerleştirdi. İkincisine de Hz. Huseyn’in (O'na selâm olsun) dostlarını yerleştirdi. Hürr-i Riyahî’yi ise aşîreti uzaklaştırmıştı. Kabri şu anda Türbesi’nin bulunduğu yerdedir.

Hz. İmam (O'na selâm olsun) pâk naaşların defnini tamamlayıp gitmek için atına bindiğinde Esedoğulları O’na tutunup şöyle dediler: “Kendi elinle defnettiklerinin hakkı için söyle, sen kimsin?” Onlara şöyle buyurdu: “Ben Allah’ın sizin üzerinize hüccetiyim. Ben Huseyn oğlu Ali’yim (O'na selâm olsun)” Sonra Kufe’ye dönüp esirler kervanına yetişti.

Bu acı dolu hatıranın yıldönümünde her sene Mukaddes Kerbelâ’da özel bir matem düzenlenmektedir. Esedoğulları kabîlesine mensup binlerin öncülüğünde gerçekleştirilen Mukaddes Kerbelâ’da ve civarındaki şehirlerdeki aşiretlerin de eşlik ettiği bu matemde; üç gün boyunca çölde kavurucu güneşin altında bekledikten sonra başları olmadan defnodulan pâk bedenlerin defnedilişi faciası yâd edilmektedir. Başsız defnedildiler çünkü mubarek başlar esirler kervanı ile mızraklara asılı bir şekilde götürülüyordu...
Okur yorumları
Yorum bulunmuyor
Yorum ekle
İsim:
Ülke:
E-posta:
Paylaş: