Önde gelen siyer kaynakları; Hicri 61 senesinde bunun gibi bir Muharrem-i Haram ayında yaşananlar ile ilgili olarak şunları aktarıyor:
Hz.İmam Zeynelabidîn (O’na selâm olsun) esir edilmiş, zincirlere vurulmuş olmasına aldırış etmeden Ubeydullah İbn-i Ziyad denen tağutun önünde cesurca, sapasağlam bir şekilde durdu. O melun, oğlunun gözlerine baka baka babasının dudaklarıyla ve dişleriyle oynuyordu. Duyduğun hüznün tüm şiddeti Hz.İmam Zeynelabidîn’i (O’na selâm olsun) duruşunu sergilemekten alıkoyamadı. Hatta öldürülmekle bile tehdit edildi.
Ancak Allah-u Teâlâ’nın iradesi İbn-i Ziyad alçağının istediği şekilde tecelli etmemişti. Aralarında yaşanan diyaloğun ardından ağzının payını alan o soysuz, Hz.İmam’ın (Allah’ın selâmı üzerine olsun) boynunun vurulmasını emretti. Bunun üzerine hz.Zeyneb-i Kübra, hz.İmam Zeynlabidîn’e (Allah’ın selâmı üzerlerine olsun) sıkı sıkı sarılıp şöyle buyurdu: “Sen bizden kimseyi bırakmayacaksın (anlaşılan); eğer onu öldüreceksen beni de onunla birlikte öldür!” Ancak Hz.İmam Seccad (Allah’ın selâmı üzerine olsun) ne o meluna, ne meclisine aldırış etmeden kendi müşerref şahsiyetini tanıttı. Ölümden korkmuyordu, hatta ölümü hafife alıyordu. Tam bir sebat, cüretkârlık ve emin bir şekilde şöyle buyurdu: “Beni öldürmekle mi tehdit ediyorsun?! Öldürülmek bizim için adet haline gelmiştir, şahadet de Allah tarafından bize bahşedilmiş bir üstünlüktür; bilmiyor musun?!”
Hz.İmam Seccad’ın (Allah’ın selâmı üzerine olsun) Kerbelâ olayı sonrası hastalığına ve düşmanların elinde esir olmasına ragmen gösterdiği kahramanlık; savaş meydanında gösterilmiş olan kahramanlıklardan daha az bir öneme sahip değildir. Pâk babası ve ailesinin (Allah’ın selâmı üzerlerine olsun) şahadetleri sonrası bulunduğu tek girişim de bu değildir. Bundan önce Kufe’de bir duruş sergilemiş ve Emevîlerin Allah Resûlü’nün (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) kızının oğlunu öldürerek işledikleri cinayetini, Kûfelilerin O’na ihanetini beyan etmişti. Hz.İmam’ın (Allah’ın selâmı üzerine olsun) sitemi halkın Yezid’e duyduğu öfke ve gazabı harekete geçirmişti. Rivayete göre Hz.İmam (Allah’ın selâmı üzerine olsun) konuşmasında şöyle buyurmuştu:
“Ey insanlar! Beni tanıyan tanır, tanımayan (da tanımış olsun): Ben Ebu Talib oğlu Ali oğlu Huseyn oğlu Ali’yim. Allah’ın salâtları üzerlerine olsun. Ben ne alınacak bir intikam ne de cezası verilecek bir suçu olmadan Fırat nehrinin kıyısında boğazlanana kimsenin oğluyum!”
“Ben hareminin hürmeti çiğnenen, nimeti soyulan, malı yağmalanan ve ailesi esier edilen kimseyim. Ben hapsedilip katledilmiş olan kimsenin oğluyum; bu bile tek başına iftihar için yeterlidir. Ey insanlar! Allah’a yemin ettirerek soruyorum size! Babama mektup yazıp nu aldattığınızı biliyor musunuz? Ona ahit, misak (söz) ve biat verip ona karşı savaştığınızı ve yarı yolda bıraktığınızı (peki)? Kendi nefsinize getirdiğiniz şey ne kadar kötüdür, görüşünüz ne fenadır! Allah Resulü (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) size ‘Soyumu öldürdünüz, hürmetimi çiğnediniz; siz benim ümmetimden değilsiniz!’ dediğinde onun gözlerine nasıl bakacaksınız!?”
Bu sözler halk arasında uğultu yaratmış, bazılarını uyanıp ayağa kaldırmıştı; bazıları ise tiksintiden diyecek söz bulamıyorlardı. O dönemin yöneticilerine öfke ve gazap yükseldi; vicdanları azarlamış, nefisleri kınamıştı. Her yandan sesler yükselmeye başladı; bazıları diğerlerine ‘Helak olmuşsunuz, farkında değilsiniz’ diyordu.
Trajik duruma rağmen Hz.İmam (Allah’ın selâmı üzerine olsun) sözlerine ve öğüdüne (yeniden) başladı: “Nasihatimi kabul eden ve Allah, Resûlü ve O’nun Ehlibeyti hususundaki vasiyetimi koruyan kimseye Allah rahmet eylesin. Zira Allah Resûlü’nde bizim için güzel örnekler vardır.”
Bu sözlerin üzerine hepsi bireden harekete geçti: “Biz ey Allah Resûlü’nün evladı; hepimiz sözünü dinleriz, sana itaatkârız, senin namusunu korururuz. Senden yüz çevirmeyiz, senden başkasını istemeyiz. Ne emrediyorsan emret, Allah sana rahmet eylesin! Biz seninle savaşanlarla savaşır, barışık olanlarla barışırız! Yezid’i cezalandıralım! Hem sana hem bize zulmeden kimselerden berîyiz biz!”
Hz.İmam (Allah’ın selâmı üzerine olsun) şöyle cevap verdi: “Heyhât! Heyhât! Ey tuzak kuran hainler! Sizinle (hak arasına) nefsinizin şehvetleri girmiştir! Atalarıma daha önce yaptığınızı bana yapmak mı istiyorsunuz! Develerin Rabbi (olan Allah’a) andolsun ki hayır! Yara daha dinmemiştir! Dün babam – Allah’ın salâtı üzerine olsun – hane halkıyla beraber katledildi! Allah Resûlü’nün yasını da, babamın yasını da, babamın evlatlarımın yasını da unutmadım. O’na özlemim daha küçük dilimde, acılığı henüz gırtlağımda ve ağzımdadır; onun boğucu (kederi) daha göğsümün yataklarındadır. İsteğim şudur: Ne lehimize olun, ne aleyhimize.”