Hz.Huseyn’in kızı Fatıma (İkisine de selâm olsun) Kerbelâ’ya giden Huseynî kervanın bir üyesiydi. Taff Vakıası’nı (Kerbelâ Olayı) tüm kanlı ve trajik hadiseleriyle beraber yaşadı. Aşûra günü yaşananları da gördü; güneş battığında babasının, amcalarının, kuzenlerinin, o pek hayırlı dostların hepsinin toprağın üstünde uzanan cansız naaşlarını da…
Muharrem ayının on birinci günü güneş batınca Ömer b. Sad’ın adamları Nübuvvet hanedânının kızlarını ve gelinlerini Kûfe’ye esir olarak götürmek için develeri getirdi. Fatıma yaşlı gözlerle babasıyla vedalaştı, devenin sırtında bindi. Dedesi Müminlerin Emîri Hz.İmam Ali’nin (Allah’ın selâmı üzerine olsun) devletinin başkentine doğru götürülüyordu. Hem de esîr halde. Kufeli kadınlar ve erkekler onları seyrediyordu. Pâk ıtrete yaptıkları hiç umurlarında değildi. Bu durum Nübuvvet hanedânının hanımefendilerini şaşkınlık içerisinde bıraktı. Bu yüzden Şehitlerin Efendisi’nin kızı Fatıma (Allah’ın selâmı üzerlerine olsun) bomba etkisi yaratacak iki konuşma yaptı. Konuşmada şunlar yer aldı:
“Kum tanelerinin ve çakılların sayısı kadarınca, toprak miktarınca ve O’nun Arşı’nın ağırlığınca Allah’a hamdolsun! O’na iman edip O’na tevekkül ederim. Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur, tektir ortağı yoktur! Muhammed de O’nun kulu ve Resûlü’dür! Evlatları da intikam alınacak ve (cezası verilecek hiçbir suçu) olmadan Fırat’ın kıyısında boğazlanmıştır!”
“Allah’ım sana yalan yere iftira etmekten ya da Ebu Talib oğlu Ali’nin vaziyetinin ahdine bağlı kalmakla ilgili indirdiğine aykırı sözler söylemekten sana sığınırım! O’nun hakkı çalınmıştır ve tıpkı evladının dün öldürüldüğü gibi günahsız yere öldürülmüştür! Hem de Allah’ın evlerinden birinden dilleriyle Müslüman olan bir topluluğun arasında! Başları batsın onların! Ne hayatında ne de son ölümünden sonra ondan hiçbir sıkıntıyı bertaraf etmediler! Sen onun övülmüş canını alıncaya kadar (hep öyle kaldılar)! Kokusu pek güzeldi, menkıbeleri bilindikti, benimsediği yollar meşhurdu (herkesçe tanınırdı)! Senin uğunda hiçbir kınayıcının kınamasından, hiçbir ayıplayan ayıplamasından çekinmezdi. Allah’ım onu küçükken İslam’ın hidayetine erdirdin ve menkıbelerine çokça övgülerde bulundun. Sana ve Resûlü’ne (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) ta ki sen O’nun canını kendi katına alıncaya kadar hep samimi kaldı; dünya hususunda zahitti, hırs göstermezdi. Senin ahretini arzular, yolunda cihad ederdi. Sen O’ndan razı oldun, O’nu seçtin ve O’nu dosdoğru yolunun (sırat-ı mustakim) hidayetine erdirdin.”
“Size gelince, ey Kûfeliler! Ey aldatma, ihanet ve kendini beğenmişlik ehli kimseler! Biz öyle bir hane halkıyız ki; Allah sizi bizimle, bizi de sizinle sınamıştır! Bizim sınanışımızı ise pek güzel kılmıştır! İlmini de kavrayışını da bizde kılmıştır; zira biz O’nun ilminin heybeleri, (sözlerinin) kavrayışının ve hikmetlerinin kabı ve O’nun diyarlarında, O’nun kullarının üzerine hüccetleriyiz! Bizi kerâmetiyle saygın kılmış ve peygamberi Muhammed (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) ile bizi apaçık bir biçimde diğer yarattıklarına üstün kılmıştır! Siz ise bizi yalanlayıp tekfir ettiniz! Bizimle savaşmayı helal gördünüz! Malımızı yağma yapılması uygun buldunuz! Sanki biz (o dönemde henüz Müslüman olmayan – Editör) Türklerden ve Kabillilerdenmişiz gibi! Tıpkı dün dedemizi öldürdüğünüz gibi! Kılıçlarınızdan biz Ehlibeyt’in kanlarını damlıyor; (çünkü) daha öncelerden gelen bir kininiz var! Allah’a ettiğiniz iftira ve kurduğunuz tuzaktan ötürü gözünüz aydın, içiniz şen olsun; Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır!”
“Dökebildiğiniz kanlar ve elinize geçen mallarımıza sevinmeyin hele! Eğer bizim başımıza büyük musibetler ve yüce belâlar geldiyse; düremediğimiz bir kitaptadır. ( Küçüğüyle büyüğüyle hepsi levh-i mahfuzda kayıtlıdır. Bunun kaydını tutmak her ne kadar kulların akıllarının yetmeyeceği bir şey olsa da yine de Allah için bunu yapmak kolaydır – Editör) Elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size (Allah'ın) verdikleri dolayısıyla sevinip şımarmayasınız (diyedir). Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez.”
“Kahrolun! Laneti ve azabı bekleyiniz! Sanki belanın başınıza geldiğini, semâdan size tel tel azap indiğini ve birbirinize kötülüğünüzün tadını tattırdığını görür gibiyim. Kıyamet gününde bize karşı işlediğiniz zulumlerle ateşte ebedî olarak kalacaksınız! Kuşksusuz Allah’ın laneti zalim kavimlerin üzerinedir!”
“Vay sizin halinize! Sizden hangi ellerin bizi bıçakladığını, hangi nefislerin bizimle savaşmaya soyunduğunu ve hangi ayakla bizimle savaşmak için bize doğru geldiğinizi biliyor musunuz?! Allah’a yemin olsun ki sizin kalpleriniz acımasızlaşmış, ciğerleriniz kinle dolmuş ve gönülleriniz de, işitmeniz de görmeniz de mühürlenmiştir. Şeytan size yaptıklarınızı güzel gösterdi. Size (sadece) mühlet tanındı. Basiretlerinizin üzerine perde kılındığı için siz hidayete de ermezsiniz!”
“Öyleyse kahrolasınız ey Kûfeliler! Allah Resûlü’nün (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) karşısına neyin intikamını almış olarak çıkacaksınız?! O’nun kardeşi ve Dedem Ebu Talib oğlu Ali’ye de O’nun evlatlarına; burcu kokulu, seçkin soyuna da yaptıklarınız ve kinininiz (ile nasıl karşısına çıkacaksınız?) Hatta sizden biri şöyle diyerek iftihar bile etmişti:
Ali’yi ve Ali’nin iki oğlunu Hind’in kılıçları ve mızraklarıyla öldürdük
Kadınlarını da Türkleri esir eder gibi esir ettik; tos vurduk onlarla hem de ne tos!
“Ağzım kumla, taşla ve molozla dolsun ey bunun söyleyen kimse! Allah’ın tezkiye ettiği, Allah’ın her türlü kiri kötülüğü onlardan giderip pâk kıldığı kimseleri öldürmekle mi iftihar ediyorsun?! Burnunu havaya kaldır bakalım; tıpkı babanın yaptığı gibi! Ne de olsa her can yaptıklarının ve yarına sunduklarının rehinesidir!”
(Hazret ardındanArapça şiirle bir cevap veriyor. Şiirde okuduğu beyitlerin çevirisinde üç aşağı beş yukarı şu ifadeler yer alıyor – Editör)
“Allah’ın bizi faziletli kıldığı – vay halinize - şeylerden ötürü bize haset ettiniz!”
“Denizlerimizi felek kabartmış bizim, dereniz solucanları bile örtmüyorsa nedir günahımız!”
“Allah’ın fazlıdır bu, dilediğine verir; o yüce fazlın sahibidir!”
“Allah’ın nur kılmadığı kimsenin de nuru yoktur!”
Bu sözlerin üzerine ağlamalar ve inleyişler yükseldi. Şöyle dediler: “Yeter, ey pek hoş (pek burcu kokulu) insanların kızı! Yüreklerimizi yaktın, boğazımızı düğümledin, içimize ateş düşürdün!”