Hz.Zeyneb-i Kubra’nın (Selâmullah Aleyhâ) vefatı yıldönümü münasebetiyle…

Hz.İmam Huseyn (Aleyhisselâm) ve Hz.Ebulfazl Abbas’ın (Aleyhisselâm) Mukaddes Ziyaretgâhları mensupları, Hz.Zeyneb-i Kubra’nın (Selâmullah Aleyhâ) 15 Receb’deki şahadeti münasebetiyle ortak matem düzenledi. 15 Mayıs 2014 Perşembe günü düzenlenen tören Hz.Zeyneb-i Kübrâ’nın (Selâmullah Aleyhâ) kefîli Hz.Ebulfazl Abbas’ın (Selâmullah Aleyhâ) yanı başında başladı. Hz. Ebulfazl Abbas’ın (Selâmullah Aleyhâ) hizmetkârları, önce Mukaddes Dergâh’ın sahibi Efendileri’ne taziyelerini takdim ettiler. Ardından hep birlikte Hz.İmam Huseyn’in (Aleyhisselâm) Mukaddes Dergâhı’na doğru yürüdüler ve Mukaddes Dergâh’ta Hz.İmam Huseyn’in (Aleyhisselâm) hizmetkârları tarafından karşılandılar. Akabinde Hz.İmam Huseyn’in (Aleyhisselâm) yanı başında Mukaddes Türbeler mensupları ortak matem merasimi düzenlendi. Kur’ân-i Kerîm tilaveti ile başlayan merasimde okunan ziyaret duaları ve şiirler merasimlere farklı bir tat kattı.

Mukaddes Hz.Abbas (Aleyhisselâm) Türbesi’nin matem ilan etmesi sebebiyle Mukaddes mekân karalara büründü ve Pâk mekânın muhtelif yerlerine Hz.Zeyneb-i Kübra’nın (Selâmullah Aleyhâ) faziletleri hakkında hadislerin yazılı olduğu özel branda, afiş, levha vs. asıldı. Mukaddes mekânda münasebet sebebiyle Kur’ân-i Kerîm tilaveti okundu ve matem meclisleri düzenlendi. Düzenlenen matem meclislerine birçok Hüseynî matem grubunun yanı sıra çok sayıda değerli ziyaretçi eşlik etti.

Hz.Zeyneb-i Kübrâ (Selâmullah Aleyhâ) hakkında…

Hz.Zeyneb-i Kübra (Selâmullah Aleyhâ) Müminlerin Emîri’nin (Aleyhisselâm) ve Âlemlerin Hanımlarının Seyyidesi’nin (Selâmullah Aleyhâ) bereketli evliliğinden dünyaya gelmiştir. Hz.İmam Hasan (Aleyhisselâm) ve Hz.İmam Huseyn’in (Aleyhisselâm) ardından dünyaya gelen Hz.Zeyneb’in (Selâmullah Aleyhâ) adının verilmesi de Pâk Ağabeyleri’nde olduğu gibi özel bir şekilde gerçekleşmiştir. Zira Hz.Fatıma Zehrâ (Selâmullah Aleyhâ) kızını doğurduktan sonra isim verilmesi işlemini Müminlerin Emîri’ne (Selâmullah Aleyhâ) arz etmiş; Müminlerin Emîri (Selâmullah Aleyhâ) her zaman yaptığı gibi Hz.Resûlullah’ın (Sallallahu Aleyhi we Âlihi) hiçbir şekilde önüne geçmeyerek Fahr-ı Kainat Hz.Muhammed Mustafa’nın (Sallallahu Aleyhi we Âlihi) buyruğunu beklemiştir. Alemlerin Rabbinin Sevgilisi Hz.Resûlullah (Sallallahu Aleyhi we Âlihi), seferlerinden döndükten sonra pek nurlu bebeğin müjdesini alır ve pek sevinir. Kur’ân-i Kerîm O’nun (Sallallahu Aleyhi we Âlihi) için “Ancak vahy üzerine konuşur” buyuruyordu. Nitekim O (Sallallahu Aleyhi we Âlihi) da öyle yaptı ve Hz.Cebrail’in (Aleyhisselâm) Refîk-i Âlâ’dan getireceği vahyi bekledi. Çok geçmeden Hz.Cebrail (Aleyhisselâm) yeryüzüne indi ve haberi verdi: Adı “Zeyneb” olacaktı.

(“Zeyneb”; “iyi huylu ve güzel ağacın özü” anlamına gelir.)

Hz.Zeyneb-i Kübra (Selâmullah Aleyhâ) Seyyide Zeyneb, Akîle-i Benî Haşîm, ve El-Hawrâ lakapları ile de meşhurdur. Akîle ve Seyyide lakapları soylu hanımlara verilen lakaplardır. Hz.Zeyneb-i Kubra’da (Selâmullah Aleyhâ) hiç kuşkusuz; Haşimoğulları’nın Hanımefendisi’dir. Annesi Hz.Fatıma Zehrâ’nın (Selâmullah Aleyhâ) biricik kızı Hz.Zeyneb-i Kübra (Selâmullah Aleyhâ), sadece hanımefendiliği değil; “Hawrâ-u İnsiyye/ İnsan hurî” olması hususiyetini de miras aldığından “Hawrâ Zeyneb” olarak da anılmıştır.

Müminlerin Emîri (Aleyhisselâm), Hz.Zeyneb-i Kübra (Selâmullah Aleyhâ) için istemeye gelenleri defalarca reddetmiştir. Hem de bu istemeye gelenler; Ebu Talib Oğulları’ndan olduğu halde. (Ebu Talib oğulları ile kastettiğimiz Hz.İmam Ali’nin (Aleyhisselâm) kardeşlerinin evlatlarıdır ve Arap örfünde; amca oğlu, kız isteme hususunda başka kimselerden öncelik sahibidir. Başka bir deyişle; bir erkek amcasından kızını isterse kolay kolay geri çevrilmez. Hatta bazı Araplar; kızlarını, amcalarının çocuklarından başkasıyla evlenmekten men ederdi.)

Müminlerin Emîri (Aleyhisselâm) Hz.Akîle’ye (Selâmullah Aleyhâ) denk bir damat adayı olan Abdullah bin Cafer-i Tayyar gelene kadar adayları reddetmeye devam etti. İslam uğruna savaşırken iki kolunu da yitiren, ardından şehîd düşen ve cennette de o kopan kolların yerine kendisine kanatlar bağışlanan “Uçan Cafer” lakaplı yiğit sahabî Cafer bin Ebî Talib’in (Aleyhimasselâm) evladıydı. Annesi Esma bint-i Umeys de hanım sahabiyyelerdendi. Takvası ile nam salmış saliha müminelerdendi. Muhacirlerdendi. Hz.İmam Sâdık (Aleyhisselâm) O’nu “Necîbe” olarak vasfetmişti. Yani pek necîp bir hanımefendi idi.

Hz.Zeyneb (Aleyhisselâm) evlilikten sonra da Haşimoğulları’nın Hanımefendisi olmaya devam etti. Hz.Cafer-i Tayyar’ın (Aleyhisselâm) gelini olmak, Babası’nın (Selâmullah Aleyhâ) yuvasına karşı sorumluluklarını yerine getirmekten ve işlerini yapmaktan alıkoymadı. O yuvaya karşı olan sorumluluğu her şeyden önce geliyordu. Hilafetin başkentinin Medine-i Münevvere’den Mukaddes Kûfe’ye taşınması ile birlikte o da kutlu şehre gitti. Yanında kocası ve evlatları ile birlikte, “Ali’nin büyük kızı” sıfatıyla Hz.İmam Ali’nin (Aleyhisselâm) yakınında yaşıyordu.

Hz.Zeyneb (Aleyhisselâm) “Kubra” idi, yani “Büyük”tü. Büyük olduğu gibi dertleri de büyüktü. Sabrı da. Annesi Hz.Fatıma Zehrâ’yı (Selâmullah Aleyhâ), hem de çok acılı bir biçimde yitirmenin acısı, yüreğindeki tazeliği hep korudu. Ardından bir Ramazan sabahı, hıyanetin tavan yaptığı bir anda babasını yitirdi. Savaşlarda hiçbir şekilde alt edemedikleri ve karşılarına çıktığı zaman onları çil yavrusu gibi dağıtan Müminlerin Emîri’ne komplolarla güç yetiremeyince ve gafil avlayamayınca namazda saldırdılar.Kabe’de doğan, bedenini Ka’be’ye ve varlığını Ka’be’nin Rabbi’ne çevirmişti. Rabb’ine en yakın olunan halette yani namazdaydı. Namazda da da Rabbi’ne en yakın olduğu yerdeydi. Secde ediyordu. İbn-i Mülcem denen hainler haini, sabah namazını kıldırırken pusuya yatmış; secdeye vardığı vakit koşup kılıcını mübarek alnına indirmişti. Müminlerin Emîri (Aleyhisselâm) yaralanmış ve Hz.İmam Hasan’a (Aleyhisselâm) vasiyet etmeye başlamıştı. İmameti ve İlahi emrin velayetini vasiyet ederken Hz.Zeyneb-i Kübra’yı (Aleyhisselâm) da vasiyet etmişti. O’na (Selâmullah Aleyhâ) önce kendi riayet edecek, sonra Hz.İmam Huseyn’e (Aleyhisselâm) onun sorumluluğunu teslim edecek, ardından Hz.İmam Ali bin Huseyn’e. (Aleyhisselâm) ve akabinde de Hz.İmam Muhammed bin Ali’ye (Aleyhisselâm) bu mukaddes mesuliyet devredilecekti. Müminlerin Emîri (Aleyhisselâm), şahadetinin arafesinde “Büyük Zeyneb” i(Selâmullah Aleyhâ) ve O’nun (Selâmullah Aleyhâ) sorumluluğunu özel olarak vasiyet etmişti. Hz.Akîle (Selâmullah Aleyhâ), Hz.İmam Muhammed Bakır’a (Aleyhisselâm) vasiyet edilmişti. Muhammedî hanedân devam ettikçe mubarek vasiyete uyuldu. Hz.Zeyneb-i Kubra’nın (Selâmullah Aleyhâ) mubarek ömrü Hz.İmam Muhammed Bâkır’ı (Aleyhisselâm) görmeye kifayet edebildi…

“Vallahi size, ne gibi bir zelîl gibi size elimi vereceğim; ne de bir köle gibi dediğinize uyacağım!”

Hz.Zeyneb-i Kubra (Selâmullah Aleyhâ) Hz.İmam Huseyn’in (Aleyhisselâm) sözünü ve sergilediği şanlı duruşu çok iyi idrak etmişti. Hz.İmam’ın (Aleyhisselâm) şahadetinin ardından uğruna her şeyini feda ettiği o kutlu davayı yaşatma hususunda; Hz.Zeyneb-i Kübra’nın (Selâmullah Aleyhâ) omuzlarına çok büyük bir sorumluluk yüklenilmişti. Hz.Muhammed Mustafa’nın(Sallallahu Aleyhi we Âlihi) getirdiği ilahi mesajın devamı niteliğinde olan ve batıla karşı hakkın onurlu duruşu temsil eden o davayı yaşatma şerefi Haşimoğulları’nın Akîlesi’nindi. En zorlu an olan Hz.İmam Huseyn’in (Aleyhisselâm) şahadeti anı sonrasında bile; önce İmamet nurunu yaşatan Hz.İmam Zeynelâbidîn’in (Aleyhisselâm) emrine baktı. Ali’nin Kızı’ydı ne de olsa. Adını verme hususunda bile Hz.Resûlullah’ın (Sallallahu Aleyhi we Âlihi) önüne geçmeyen Hz.İmam Ali’nin (Aleyhisselâm) kızı; Hz.Resûlullah’ın (Sallallahu Aleyhi we Âlihi) Vasîleri’nin hiçbir zaman önüne geçmedi. Hep; sabır, engin bir basiret ve marifet üzere ilahi emirlere itaat etti. Gerçek İslam’a hizmeti, Gerçek İslam’ı yaşamayı ve yaşatmayı her şeyin önünde tuttu.

Bu uğurda; dağları bile tuzla buz edecek dert ve musibetleri sineye çekmesi gerekse bile…

Hz.Zeyneb-i Kubra’da (Selâmullah Aleyhâ) masumlara has sıfatlarından:

Hz.Zeyneb-i Kübra (Selâmullah Aleyhâ), annesi Hz.Fatıma Zehra’da (Selâmullah Aleyhâ) bulunan masumlara has sıfatlardan bazılarına sahipti:

1- Tekvînî velayet ve kudret: Kufe’deki meşhur hutbesinde konuşmaya başladığı zaman eliyle insanlara işaret etti. Onlara işaret etmesiyle birlikte herkesin bir anda sesi soluğu kesildi, şehirdeki ziller bile ses çıkarmadı. Bu hakikat, Allah-u Teâlâ’nın kendi izni ile Pâk masumlara verdiği her şeyi kontrol edebilen tekvîni velayet sıfatının Hz.Zeyneb-i Kübra’da(Selâmullah Aleyhâ) da bulunduğunu göstermektedir.

2- Hz.İmam Huseyn’den (Aleyhisselâm) tahsil ettiği “ledünnî ilim”: Ledunnî İlim İmamet ilmidir. Ledunnî Allah katından bağışlanan demektir. Hz.İmam Zeynelâbidîn (Aleyhisselâm) Hz.Zeyneb-i Kubra’ya (Selâmullah Aleyhâ) şöyle buyurmuştur: “Allah’a hamdolsun sen; öğretilmeyen alime ve kavratılmayan fehîme’sin!” Yani Hz.Zeyneb-i Kübra (Selâmullah Aleyhâ) sıradan öğretmenlerden ilim tahsil etmeden veya açıklamalarına muhtaç olmadan Allah katından ilim ve idrak bağışlanmak suretiyle hem “alime/bilgin hanım” hem de “fehîme/pek iyi idrak eden hanım” olmuştur. Bu da Allah-u Teâlâ katından öncelikle Hz.Muhammed Mustafa’ya (Sallallahu Aleyhi we Âlihi) bağışlanan ve sonrasında da veraset vesilesiyle Pâk masumlara bağışlanan “Ledunnî ilim” makamına sahip olma sıfatının Hz.Zeyneb-i Kubra’da (Selâmullah Aleyhâ) da bulunduğuna işaret etmektedir. Elbette bu ilmin mertebesi ve yoğunluğu On dört Pâk masum ile aynı değildir. Ama çok yakındır.

Hz.Fatıma Zehra’nın (Selâmullah Aleyhâ) meşhur Fedek hutbesini okumak için mescide giderken beraberinde yedi yaşındaki Hz.Zeyneb-i Kubra’yı (Selâmullah Aleyhâ) da götürdüğünü hatırlatalım. Hz.Zeyneb-i Kubra (Selâmullah Aleyhâ) hutbeyi tamamiyle ezberlemiş ve başkalarına nakledebilmiştir. Şayet Hz.Zeyneb-i Kubra’nın (Selâmullah Aleyhâ) gayb ile bağlantısı olmasaydı; o pek derin manalar ihtiva eden hutbeyi o yaşta ne ezberleyebilir, ne de başkalarına nakledebilirdi!

Hz.Zeyneb-i Kubra (Selâmullah Aleyhâ) -rivayetlerden birine göre – Hicri 62 senesinin 15 Receb Pazar gününde şahadet şerbetini içerek Refîk-i Âlâ ile buluşmuş ve yaşadığı ardı arkası kesilmeyen gam, hüzün ve acı dolu musibetlerden rahatlık bulmuştur.

Âlemlerin hanımlarının seyyidelerinden biri olarak nur dolu harflerle adını yazdırmış ve Hz.Fatıma Zehrâ’nın (Selâmullah Aleyhâ) ardından; ikinci Âlemlerin Hanımlarının Seyyide’si olarak dünyadan göçmüştür.

Ehlibeyt (Allah-u Teâlâ'nın en ulvî salât-u selâmı, başta Hz.Resûlullah olmak üzere hepsine olsun) dostları, işte bu pek yüce Seyyide’yi anmak için her sene bu tarihlerde matem merasimleri ve anma programları düzenlerler. Bu program ve merasimlerde Hz.Zeyneb-i Kübra’nın (Selâmullah Aleyhâ) hem keramet ve faziletlerle, hem de musibet ve zorluklarla dolup taşan hayatından kesitler yâd edilir. İslam’ın bu yüce hanımefendisi, müşerref sireti ile asırlardır kadın erkek herkese İslam,ilim ve insanlık öğretmeye devam etmektedir…

Tıpkı “hidayet meşalesi ve kurtuluş gemisi” olan ağabeyi Hz.İmam Huseyn (Aleyhisselâm) gibi…

Selâm olsun; İmam Huseyn’e, Hz.Zeyneb’e ve Hz.Ebulfazl Abbas’a…

Doğdukları günde, Şahadet şerbetini içtikleri günde…

Ve yeniden dirilerek bizlere şefaatçi olacaklarını umduğumuz günde!
Okur yorumları
Yorum bulunmuyor
Yorum ekle
İsim:
Ülke:
E-posta:
Paylaş: