Muharrem-i Harâm ayının 11. Gecesi… Hz. Zeyneb-i Kubra’nın (Allah'ın selâmı üzerine olsun) büyük yalnızlığı

Taff Vakıası’nın (Kerbelâ Olayı’nın) yürekleri derinden sarsan ve temiz gönüllere kan ağlatan acıyla dolu sayfaları vardır. Aşıklarından bile önce, Pâk Ehlibeyt’in (Allah-u Teâlâ'nın en üstün salât-u selâmı, başta Hz.Peygamberimiz olmak üzere hepsine olsun) gönüllerinde derin etkiler bırakan sayfalarından biri de; Muharrem-i Harâm ayının on birinci gecesidir. Bu gece Hz. İmam Huseyn (Allah'ın çokça salât-u selâmı üzerine olsun) Şehitlerin Efendisi’ne, Ehlibeyti’ne ve vefalı dostlarının (Allah'ın çokça salât-u selâmı üzerine olsun) şehadet gecesidir. Hz. İmam Huseyn (Allah'ın çokça salât-u selâmı üzerine olsun) bu gece Kerbelâ çölünde cansız uzanmıştır. Başı arkadan kesilmiştir… Taktığı yüzüğü almak için serçe parmağı koparılmıştır.. Sarığı çalınmış, giysileri soyulmuştur. Sadece Hz. İmam’ın (Allah'ın çokça salât-u selâmı üzerine olsun) bunu önceden bildiği için kimsenin çalmaya yeltenmeyeceği ve içine giymiş olduğu eski bir kıyafeti vardır üzerinde… Bu gece Hz. İmam Huseyn (Allah'ın çokça salât-u selâmı üzerine olsun) aşıklarının derin hüzün, matem ve acı gecesidir…

Bu gecenin bir özelliği de Hz. Zeyneb-i Kubrâ’nın (Allah'ın çokça salât-u selâmı üzerine olsun) musibet gecesidir.Bu tarih boyunca benzeri olmayan ve bir benzeri daha görülmeyecek gecenin acısı Peygamberlik Hânedânı’nın hanımları ve kızları için son derece ağırdı. En çok da Hz. Zeyneb-i Kubrâ’nın (Allah'ın çokça salât-u selâmı üzerine olsun) pâk gönlü acıyı iliklerine kadar hissediyordu. Ama en büyük sorumluluklardan biri de onun omuzlarındaydı. Bir yanda 55 yıldır hep yanında olan, adeta hayat demek olan Ağabeyi Şehîtlerin Efendisi’nin(Allah'ın çokça salât-u selâmı üzerine olsun) bedeni kumların üzerinde uzanıyordu.Su bile verilmeden başı koparılarak katledilmiş ve bu da yetmezmiş gibi atlarla üzeri çiğnenmişti. Ne kefenleyeni vardı; ne de bir defnedeni…

Bir yandan diğer musibetler…
Haysiyetin, vefanın ve namus bekçiliğinin kitabını yazan, kahramanlar kahramanı Hz. Ebulfazl Abbas (Allah'ın selâmı üzerine olsun) nehrin yanı başında ama susuz halde uzanıyordu. Çünkü dört bin kişilik Fırat nehri ablukasını deldikten sonra suya ulaştığında Hz. İmam Huseyn (Allah'ın çokça salât-u selâmı üzerine olsun) susuz olduğu bir halde su içmeyi gururuna yedirememişti. Hz. İmam Huseyn (Allah'ın çokça salât-u selâmı üzerine olsun) evlatlarına ve kamptaki susuz yavrulara su getirmek üzere iken; hain bir pusu sonucu önce sağ kolu, sonra da sol kolu koparılmıştı.Bu yine de O’nu (Allah'ın çokça salât-u selâmı üzerine olsun) su getirmekten vazgeçirmemişti ama. Kopuk kollarına rağmen suyu ulaştırmak için mücadeleye devam ederken hain bir ok ile su kabı delindi. Hain oklardan biri de gözüne isabet etti. Çarpışma vakti korkudan fare sürüsü gibi dağılan düşman, bu halde görünce yüreğindeki kini kusmak için mubarek başına bayrak direği indirmiş ve başını yarmıştı. Son nefesinde bile Ağabeyi’ni (Allah'ın çokça salât-u selâmı üzerine olsun) düşünüyordu. Ağabeyi (Allah'ın çokça salât-u selâmı üzerine olsun) onun başını alıp göğsüne basmak istediğinde bile başını toprağa geri koyuyordu. Hz. İmam Huseyn (Allah'ın çokça salât-u selâmı üzerine olsun) sebebini sorduğunda da “Benim başım şimdi senin elinde… Peki bir saat (bir süre) sonra Senin başın kimin elinde olacak?...” demişti…

Vefânın şahı, su getiremeden dönmemiş olmaya haya etmiş; olduğu yerde bırakılmayı vasiyet etmişti…

Bir yandan Hz. Ali Ekber, Hz. Abdullah-ı Razî (Ali Asgar), Hz. Kasım ve diğer Muhammedî Hanedân efradı ile Vefalı Dostlar’ın (Allah'ın selâmı üzerine olsun) yerde uzanan, atlarla çiğnenmiş bedenleri ve mızraklara asılı başları…

Bir yandan da hastalığın bedenini son derece zayıf düşürdüğü; zincirlere vurulu Muhammedî Hanedân’ın esir düşmüş dul hanımları, yetim yavruları…
Ve karşı tarafta Allah’ın, Meleklerin ve tüm varlık aleminin lanetlediği düşman ordusu…

“Maktel-i Huseyn” (Allah'ın çokça salât-u selâmı üzerine olsun) kitabının yazarı Hz. Zeyneb-i Kubra’nın (Allah'ın çokça salât-u selâmı üzerine olsun) vasfında şöyle yazıyor: “Nasıl bir geceydi öyle; Hz. Resûlullah’ın (Allah-u Teâlâ O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) kızlarının başından geçen! Allah onları var ettiğinden beri onlardan hiç ayrılmayan o ayrıcalıklı izzetten sonra (hem de)! Dün heybet ve azametle dolu dev çadırlarda, celal ve üstünlük örtülerinin ardında iken; gündüzleri Peygamberlik güneşi ile ışır, geceleri de hilafet yıldızları ve kutsiyet nurlarının fenerleri ile aydınlanırdı. Bu gece o göz alıcı nurları yitirmiş, kervanları yağmalanmış, örtüleri yakılmış ve hamîleri katledilmiş bir şekilde zifiri karanlığın ortasında geçiriyorlar! Ne bir savunucuları var, ne de bir kefilleri! Biri geceleyin bir baskın yapmaya kalksa, kimin onları savunacağını bilmiyorlar, titriyorlar… Peki o yerleri sarsan atlıları kim geri gönderecek, (yavrularını, eşlerini) kaybeden o hanımların kaynayan yangınını kim yatıştıracak ve yalnız başlarına kalmışlıklarını kim hafifletecek?... Evet;minik erkek çocuklarının çığlıkları, küçücük kızların inlemeleri ve şiddetli hüzne bürünmüş hanımların hıçkırıkları vardı… Çocuğu oklarla sütten kesilen bir anne, kardeşini şehit veren, oğlunu kaybeden ve bir yakınını kaybeden (hanımlar)… Issız,çorak ve engin bir çölün ortasındaydılar,yanlarında parçalara ayrılmış etler, koparılmış organlar ve başlarından ayrılmış kanlı boyunlarla beraber...

Tepenin başında da fetih yapmışçasına hayat dolu, zafer sarhoşu ve zafer kazanmış olmanın tüm kötülüğü üzerlerinde; ihanet güruhu vardı. Tüm bunlar içerisinde ne halde sabahlayacaklarını, sabah ezanı sesine kadar başlarına ne geleceğini bilmiyorlardı. Öldürülecekler miydi, yoksa esir mi düşeceklerdi? Ağır hastalıktan çok bitap düşmüş olan ve kendi de katledilme tehlikesiyle karşı karşıya olan Hz. İmam Zeynelâbidîn’in (Allah'ın çokça salât-u selâmı üzerine olsun) dışında onları savunacak kimse yoktu.
Okur yorumları
Yorum bulunmuyor
Yorum ekle
İsim:
Ülke:
E-posta:
Paylaş: