Yüce Merceiyet’in perspektifinden “Irak’ta barışçıl ortak yaşam”….

Seyyid el-Amîdî
Hz. Resûlullah’ın ve torunu Hz. İmam Cafer-i Sadık’ın (Allah-u Teâlâ Hz. Peygamberimiz’e ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) Mevlid-i Şerîfleri münasebetiyle Mukaddes Hz.Huseyn ve Hz.Abbas (Allah'ın selâmı üzerlerine olsun) Türbeleri tarafından düzenlenen 9. Uluslar arası Risaletin Baharı Kültür Festivalinin bir diğer önemli etkinliği de Akademisyenler Konferansıydı. Bu yıl sekizincisi düzenlenen ve sloganı “Nubuvvetin yolundan beraberce yaşam ve barışı ilham alıyoruz” olan Konferansın sabah oturumunda Büyük Ayetullah Sn. Seyyid Ali Huseynî Sistanî’nin (Allah-u Teâlâ ömrünü uzatsın) Mutemedler (Güvenilirkişiler) ve Vekiller Bürosu sorumlusu Seyyid Muhammed Huseyn el-Amîdî idi. Seyyid Amîdi’nin çalışması Yüce Merceiyet’in Irak’taki barışçıl ortak yaşama katkıları ile barışçıl ortak yaşam konusunun akademik ve ilmi açıdan anlamları üzerineydi.

“Biz; bazılarının iddia ettiği gibi; barışçıl ortak yaşam kavramının ondokuzuncu veya yirminci yüzyılda gerçekleştiğini veyahut bu yüzyılda odak haline geldiğini düşünmüyoruz. Aksine bu eski bir kavramdır. Çünkü bu, eskiden beri akıl sahiplerinin; az sayıda bile olsa ortak değerleri, azınlıkları ya da farklı inançları bünyesinde barındıran toplumlar arasındaki sorunları ve husumetleri çözüp aşırıcılığı ve sürekli yıkımı engellemek için (başvurduğu) söylem olmuştur.”

“Barışçıl ortak yaşam kavramı toplumlara görünmeye başlamıştır. (Aynı şekilde) barışçıl ortak yaşamın anlamı da. (Ancak bu kavram ve anlamın) fazlalığı ve eksikliğinin sınırı arasında ayrılık yaşanmaktadır. Bazıları barışçıl ortak yaşamın başkalarını görüşlerine saygı duymak anlamına geldiği görüşündedir. Ancak bu anlam, diğerleri tarafından kabul görmemekte; bunu diyenlerin buradan yola çıkarak her zaman kendilerini düşünsel ve ilkesel hususlarda gördüğünü (söylemektedir).Bizim görüşümüz ise şudur; Hak (gerçek) tekdir, çoğalmaz ve hakkın dışındaki de hak değildir.Buna başka bir isim vermek istemiyorum.Barışçıl ortak yaşam kavramı da; haklı olmasa bile başkasına saygı göstermek ve (bu saygıya) inanmaktır. Saygı sözcüğü, bilindik anlamı ile (düşünülürse) itiraf ve takdir sözcüğünü beraberinde getirir ya da bunlarla uyum içerisindedir. O halde barışçıl ortak yaşam başkalarının görüşlerine saygı mı demektir? Eğer saygıyı bu anlamı ile ele alırsak bazıları itiraz edecektir. Çünkü ilkesel olarak haklı olmayan bir düşünceye takdir gösterilmemelidir.Ancak eğer saygı ile kastedilen şey, bu görüşü taşıyan kişi ise; başka bir anlam ile ifade edersek, “Dediğinin hak olduğunu itiraf etmek değil, deme hakkı olduğunu itiraf etmek” olursa (durum değişir). Zira olay bir görüş ve karşıt görüş şeklinde olacaktır. Bu kavramı tanıtmaya ve bu husustaki ifrat ile tefriti irdelemeye sürekli bir şekilde devam edeceğiz.”

“Hepimiz bir konuda görüş birliği içerisindeyiz: Barışçıl ortak yaşam; karşımdakinin görüşünü onaylasam da, onaylamasam da ona saldırıda bulunmamak, (hakkına girmemektir). Saygı (tanımındaki) saldırı kelimesini alırsak ve saygı ile kastettiğimiz şeyin saldırmamak olduğunu söylersek; işte o zaman, barışçıl ortak yaşamın birbirinin görüşüne saygı demek olduğu konusunda görüşbirliğine varabiliriz. Daha genel anlamda başkasına, karşıt bir duruş benimsemesi sebebiyle saldırmamaktır. Bu birinci husus.”

“Bir diğer husus ise; barışçıl ortak yaşamın tanımıdır. Barışçıl ortak yaşam kavramı tanımını yaparken; barışçıl ortak yaşamın karşılıklı olması ve sadece bir taraftan sergilenmemesinin ikrar edilmesi zorunludur. Barışçıl ortak yaşam karşılıklı bir anlaşmadır. O halde barışçıl ortak yaşamın meydana gelebilmesi için; her iki taraf ya da (ikiden daha çok olmaları durumunda) farklı taraflar arasında bu anlamda ittifaka varılmalıdır. Ancak bir taraf barışçıl ortak yaşamı benimserken diğer taraf bu meseleyi inkar ederse; benimsediği duruş ister doğru ister yanlış olsun, barışçıl ortak yaşam gerçekleşmeyecektir. O zaman da (barışçıl ortak yaşam) gerçek hayatın içerisine girmeyecek, sadece medyatik bir deyim ya da teorik bir düşünce olarak kalacaktır. Din alanında her dini grubun sembolleri vardır. Aynısı toplumsal, ekonomik ve siyasi alanda da geçerlidir. Her grubun içerisinde belli bir sembolü canlandıran belli başlı bir erkan (temel esaslar, tabular) vardır. Dini alanı zikredeceğim çünkü hem çok açık, hem de ekonomik,toplumsal, siyasi vb düzeylerde de uygulaması mümkün. Dini mecrada, inanç kesimlerinin Mabud’u (Tapılan’ı) temsil eden bir rüknü (tabusu) vardır. Mabud’un elçileri, gönderdikleri ve temsilcileri tabudur. İnanç kesiminin sahip olduğu tapınak da tabudur. Bu inanç kesiminin kitapları, dini metinleri ve emir ile yasakları tabudur. O halde inanç kesiminin Mabud’u temsil eden sembolleri, Onu yeryüzünde temsil eden, Mabedi ve emir-yasak metinleri ile dini tabiatte bazı davranışları (başka bir deyişle ritüelleri) vardır. Eğer barışçıl ortak yaşamı bu ölçütler üzerinde uygularsak pratikteki uygulaması başkalarına saldırıda bulunmamak; Mabud’larına, Mabudları’nın yeryüzündeki temsilcisine, Mabed’lerine, kitaplarına vs itibar azaltıcı (ya da küçük düşürücü) sözler sarf etmemektir.”

“Saygısızlıkta bulunmamak; onayladığını, hak olduğunu ya da batıl olduğunu ikrar demek değildir. Hak ve batıl kapsamında konuşmuyorum. Çünkü en başta hakkın bir tane olduğunu, bunun dışındakinin de hak olmadığını net bir şekilde ifade ettim. İnsan şer’î ve aklî açıdan hak olanı seçmek görevine sahiptir. Ancak hakkı seçmezse de diğer (türden) haklara sahip olur. Bu haklar da barışçıl ortak yaşam haklarıdır. Eğer pratik açıdan bu konu net olmuşsa, meseleyi Yüce Merceiyet’in, Ehlibeyt (Hepsine selâm olsun) takipçilerine yönelik duruşuna uyguluyoruz ve şöyle diyoruz: Yüce Merceiyet, başkalarının –daha önce belirttiğimiz- sembollerine saldırmamaya bağlı kalmakta ve kendine uyanları da buna bağlı tutmaktadır. Bu miktarda örnek bizi bir şeye ulaştırmaya yetecektir. Yüce Merceiyet’in ya da diğer Şii Merceiyet’lerin; takipçileri olsun ya da diğerleri olsun diğerlerine bu duruşu beyan etme ya da iletme mekanizmaları nelerdir? Mekanizmalar nedir derken “Merci’in (Taklit mercîi) bu duruşu somutlaştıran neye sahiptir?” (demek istiyoruz). Bu mekanizma aracılığıyla sergilediği duruşun izinden gitmek için diyorum ki: Merce’in dört mekanizması ve bir de önemli bir yardımcı unsuru vardır. Ama ikincil bir yardımcı unsur değil, (önemli bir yardımcı unsur).”

“Dört mekanizmanın üzerinde duralım”:

“Birinci mekanizma: Merci elindeki birinci ve en önemli aracın fetva ve hüküm beyanı olduğu bilinen birşeydir.Merceiyetin şer’î fetva vermesi ya da beyanat yayınlaması (şeklinde olur). Merci bu fetvalar ve beyanatlarla, gerçekleşen olaylar ya da başkaları hakkındaki duruşunu bildirir.”

“İkinci mekanizma: Başkaları ile bir araya gelme, misafirleri karşıladıktan sonra doğrudan sözlü açıklama ve kendileri ile doğrudan diyalog şeklinde gerçekleşir.”

“Üçüncü mekanizma: İlişkiler. Merceiyet’in, gerek ona bağlı olan Mutemedler ve Vekiller Sistemi ya da Merceiyet’i temsil eden kimseler aracılığıyla; gerekse de başkalarıyla olan karşılıklı ilişkileridir.”

“Dördüncü mekanizma: Tekrar. Çünkü, sadece bir fetva ya da bir bildiri yayınlamakla sabit bir duruş gerçekleşmiş olmaz. Yani, belli başlı bir alimin ya da Kur’ân-i Kerîm’in siretini takip eden bir fıkhî okulun duruşu; yetim bir fetva veya yetim bir beyanatla sabit olmaz. Duruşun sabit ve açıkça ortaada olması için tekrar edilmeye ihtiyacı vardır.Bu da tekrar mekanizmasıdır. Merci, her münasebeti geldiğinde bu duruşunu yineler ki; belli başlı bir zamanda başlayıp o zamanın özel şartlarıyla kullanım süresi sona eren bir görüş bildirisi değil de, genel bir duruş olabilsin.”

“Yardımcı faktör de Mercî’in bu duruş ile uyumlu bir düşünceye ve cemaate bağlı olması gerektiğidir. Ancak Mercî - hangi dini inanca bağlı olursa olsun, dini otorite - barışçıl ortak yaşamı bulunduran bir duruş benimser de, Mercî’in genel düşüncesini ona dayalı kıldığı miras bu hususla uyum sağlamıyor ya da, onun izinden giden cemaat bu hususla uyum sağlamıyor ise; fetvası başarısızlığa uğrayacaktır. Çünkü tam anlamıyla uygulanacak bir alan bulamaz.”

“Mercî’in geçmişin ve bugünün desteğine ihtiyacı vardır. Geçmiş, fikirlerini temellendirdiği miras ve düşüncedir. Bugün ise onun sözünü dinleyen ve görüşüne uyan takipçileridir. Bu husus; Merce-i Âlâ’nın duruşunda hızla uygulamaya geçmiştir. Fetva – birinci mekanizma- yoluyla Sn. Seyyid şer’î hükmü; yani helal veya haram, yapılması farzdır veya caiz değildir yoluyla tekrar etmiştir. Bu hususta tekrar tekrar yayınlanan beyanatlarındaki sözlerden kendilerinin Irak’taki tüm inanç kesimlerine dair duruşu ortaya çıkmıştır. Sözleri belli başlı inanç kesimleri ile kalmamıştır. (Saddam ) rejiminin çöküşünden beri Ehlibeyt (Hepsine selâm olsun) takipçilerine; başkalarının sembol, mukaddes değer,itikat ve özel ibadet evlerine saldırmamalarını salık vermiştir. Irak’ta ortalık karışık olduğu zamanda da örneğin Sünnilerin camilerinin alınmasının veya hristiyanların kiliselerine veyahut başka ibadet evlerine tecavüzde bulunmanın caiz olmadığı, yani haram olduğu fetvasını vermiştir.”

“Tekrarın bir mekanizma olduğunu söyledik. Yani olay 2003’te yayınlanan bir duruş sergilenmekle kalmadı. Hayır bu sürekli yenilenen bir (olgu). İki duruşta bu olgu, erişebileceği son noktaya ulaştı. Samarra Türbeleri patlatıldığı zaman Sn. Seyyid Ehlibeyt (Hepsine selâm olsun) takipçilerini intikam gösterecekleri herhangi bir tepki göstermekten alıkoydu. Bu gün yaşanan çatışmalarıda da, geçen hafta yayınlanan fetvada; savaşmayan ve kendi bölgelerinde çatışma yaşanan barışçıl vatandaşların, gerek sünni, gerek şii, gerek hristiyan, gerek sabîî gerekse de başka bir inanca mensup olurlarsa olsunlar, mallarına saldırının caiz olmadığı söylendi.Aynı şekilde (fetva) barışçıl vatandaşların canlarını da kapsıyordu. (Bu daha önce defalarca belirtilmişti zaten)”

“Doğrudan buluşma yönünden de; Sn. Seyyid’in çok uzun yıllardan beridir, farklı dinlerden din alimleri, siyasiler, global şahsiyetler; Arap, İslami ya da ikisinden de olmayan kişiliklerin de aralarında bulunduğu çok farklı konukları kabul ettiği çok bilinen bir husustur. Artık alıştığımız bir gelenek de oluştu. Konuk buluşmadan çıktıktan sonra basın toplantısı yapıp demeç veriyor. (Kendisiyle görüşen) herkes; Sn. Seyyid’in tavsiyelerinin doğrudan olarak iç barışı, barışçıl ortak yaşamı, vatandaşın hakkını ve başkalarına saygı duymayı korumaya yönelik olduğu konusunda görüş birliğinde.”

“Merceiyetin bu husustaki tavsiyelerinin net olduğu da bilindik bir husustur. Başkalarına saldırmamaya ve toplumu da bu şekilde eğitmeye yöneliktir. Aynı şekilde; siyasileri ya da siyasi olmayanları, toplumun sembollerini ya da din alimlerini devreye sokarak toplum içerisinde yaşanan bazı ihtilafları giderir. Bu mekanizmalar içerisinde fetvada tekrar, buluşmaların yinelenmesi ve bu hale odaklanma (bulunuyor); (farz-i misal) falanca bir cihetin başkalarına jest yapmak için sadece yetim (bir tanecik)bildiri yayınlayıp konunun kapanması değil. Hayır; bu (sözünü ettiğimiz) duruştur; ülkeyi aşırı fikirlerden ve iç savaştan koruyacak olan.”

“Bilindiği gibi bu duruş, Mercî’nin uydurduğu bir bidat değildir. Aksine İslam’ın ve Ehlibeyt’in (Hepsine selâm olsun) duruşudur. Mercî’de buna dayanmakta ve bereketlerinden istifade etmektedir. Sonuç olarak, Merceiyet’in duruşunun tutarlı oluşu garip bir şey değildir; çünkü Kur’ân-i Kerîm, Mutahhar Sünnet ve Ehlibeyt’in (Hepsine selâm olsun) siretinden türemiştir.”
Okur yorumları
Yorum bulunmuyor
Yorum ekle
İsim:
Ülke:
E-posta:
Paylaş: