Nübuvvet Hanedânı’nın (Allah'ın selâmı hepsine olsun) nurefşan yedinci önderine dair…

Vahyin indiği yuva, Risaletin madeni ve Nubuvvet Hanedânı Ehlibeyt (Allah'ın selâmı hepsine olsun) H. 183 senesi 25 Receb ayında yedinci hidayet önderi Hz. İmam Musa Kâzım’ın (Allah'ın selâmı üzerine olsun) şahadeti faciasını yaşamıştır.

Hz. İmam Kazım (Allah'ın selâmı üzerine olsun) farklı farklı, her biri diğerinden daha acımasız işkencelere maruz kaldı. Prangalara vuruldu, kimseyle irtibata geçmesine izin verilmedi, mubarek bedeni bitkin düşürülünceye kadar işkenceler gördü, son derece sert ve acımasızca muamelelere kaldı… Tüm bunlar (“Reşîd” lakaplı, ama lakabı yalandan ibaret olan) Harun’un gözünü doyurmadı. Hz.İmam’dan (Allah'ın selâmı üzerine olsun) kurtulmak için, daha önce denenmiş bir yola başvurdu. Aynı zamanda Hz. İmam’ın (Allah'ın selâmı üzerine olsun) şehid edilişinin suçundan sıyrılmayı ve yükü başkasının üzerine atmayı planlıyordu. Tarihçilerin kahir ekseriyeti Abbasî yöneticisi Harun’un, cani Şahîk bin Sindî’ye Hz. İmam Kazım’ı (Allah'ın selâmı üzerine olsun) katletmesini salık verdiğini bildirmiştir. O habis ruhlu canavar da emre uydu ve İmam’a (Allah'ın selâmı üzerine olsun) yemek için zehirlenmiş hurma verdi. Böylece İslam tarihindeki en büyük suçlardan birini işleyen isimler divanına kendisinin ve efendisinin adını kazımış oldu.

Hz. İmam’ın (Allah'ın selâmı üzerine olsun) hurmayı yemesiyle birlikte öldürücü zehri mubarek bedeninin her tarafına yayıldı. Rabbiyle buluşma vakti yaklaşınca melun Sındî’yi çağırttı.Yanına gelince ona bir kölesini, guslünü eda etmek için el-Kasab nehrinde bulunan Abbas bin Muhammed’in evine yollamasını söyledi. Sindî ondan O’nu (Allah'ın selâmı üzerine olsun) kefenlemek için izin isteyince reddetti ve şöyle dedi: “Biz Ehlibeyt’iz; kadınlarımızın mehri, hac bohçamız (kesemiz, masraflarımız) ve ölülerimizin kefeni, temiz paramızla alınmıştır. (Ayrıca) kefenim vardır.” Museyyeb diyor ki: “Onu izlemeye devam ettim. Sonra (Allah'ın selâmı üzerine olsun) içecek bir şey istedi, içti ve beni çağırdı. Bana dedi ki: “Ey Museyyeb; şu Sindî bin Şahik pisliği, benim (cenaze) guslümü ve kefenimi gerçekleştirdiğini iddia edecek. Heyhat, heyhât; böyle bir şey asla olmayacaktır! Kureyş mezarlığı olarak bilinen kabristana taşındığım vakit beni oraya defn edin ve kabrimi (yerden), araları açık dört parmaktan daha yüksek yapmayın. Toprağımdan da teberrük için bir şey almayın. Zira bize ait olan tüm topraklar (kabirlerimizin toprakları) haram kılınmıştır; ceddim Huseyn bin Ali’nin toprağı hariç! Allah (Azze ve Celle) onu (o toprağı) bizim şiilerimiz ve dostlarımız için şifa kılmıştır.”

Museyyeb sonra şöyle diyor: “Sonra insanlar içinde O’na en çok benzeyen birini gördüm, yanına oturmuştu. Hz.Rıza (Allah'ın selâmı üzerine olsun) Efendim’i daha önce gördüğümde çocuk yaşlardaydı. O adama soru soracaktım. Hz. Musa Efendim bana : “Seni men etmemiş miydim?” diye bağırdı. Sonra o adam ortalardan kayboldu. Hz. İmam’a geldim. Bedeni cansız bir haldeydi. Hayata veda etmişti. Mubarek canı çıkıp Yaradanı’na (gittiğinde) Receb ayının 25’iydi.”

Böylece Müslümanların İmamı, Muttakîlerin Efendisi ve “Emîn” Peygamber’in Evladı (Allah-u Teâlâ O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) Bağdat’ta Rasafa köprüsünün üzerine kondu. Mukaddes naaşının etrafını şurta (Abbasi polisleri) sarmış ve saygısızlık edip teşhirde bulunmak amacıyla yüzünü açmışlardı. Harun bu hakîr işle genelde Şiileri ve özellikle de Hz. İmam Ali (Allah'ın selâmı üzerine olsun) evlatlarını aşağılamayı istemişti. Bu yaptığı onların gönüllerine büyük etki etti ve hayatları boyunca bu canavarca işi andılar.”

Harun denen Tağut bununla da yetinmedi ve bekçisi melûn Sındî’ye, emrinin altındaki sefillere bir rezillik daha yapmalarını emrettirdi.Masum oğlu Masum İmam’ın mubarek cenazesi için, her Ehlibeyt (Allah'ın selâmı hepsine olsun) dostunun kalbini paramparça eden şu iğrenç, canavarca ve rezil sözlerle Bağdat’ın sokak ve caddelerde böğürüp durmaya başladılar: “Bakın işte Rafızîlerin “ölmez” dediği Musa bin Cafer; bakın ölü işte!”

Bazen hapishanenin avlusuna konuyor ve şurtalar vefatı olayının sorgusunu yapıyordu. Bazen de Rasafa köprüsüne konuyor ve yüzü açılıp gelen geçene izlettiriliyordu. Tüm bunlar; Hz. İmam’ın (Allah'ın selâmı üzerine olsun) dost düşman herkesin kabul ettiği ve ümmetin merkezine yerleşen itibarını hafife alıp hürmetini çiğnemek için yapılıyordu.

Cafer-i Mansur’un oğlu Suleyman, gün görmüş bir adamdı. Harun’un yaptığı bu işlerin Abbasîlerin alnında kapkara bir lekeden başka hiçbir şey olmadığını gördü. Bu sebeple İmam’ın cenazesinin köprüye çıkarıldığını ve pâk bedenine yöneltilen o iğrenç feryadı duyunca yaşananları telafi etmeye çalıştı. Suleyman’ın sarayı o korkunç saygısızlığı ve gürültüsünü duyup Bağdat’ın iyiden iyiye gerildiğini görünce evlatlarına ve kölelerine “Ne bu?” diye sordu. Onlar da “Sindî bin Şahik Musa bin Cafer’e bağırıyor” deyip o iğrenç sözlerini aktardılar. O da onlara “Hemen kölelerinizle onu onların elinden alın ve eğer engel olurlarsa da onları vurun!” diye emretti. Suleyman’ın oğulları, köleleri ile birlikte Şurta’ya doğru gidip İmam’ın cenazesini ellerinden aldılar. Şurta hiçbir direniş göstermedi. Suleyman’ın köleleri Hz. İmam’nı (Allah'ın selâmı üzerine olsun) naaşını taşıdı ve Suleyman’a getirdi. O da caddelerde şöyle nida edilmesini emretti: “Atası de özü de pek iyi, pek güzel olan Musa bin Cafer’in cenazesine katılmak isteyen gelsin!”
Sonra da Cafer-i Mansur’un oğlu Suleyman; cenaze guslünü ve kefenini gerçekleştirdi. Kefenine de mürekkepten tüm Kur’ân-i Kerîm yazdırılmıştı.
Daha doğrusu onlar öyle yaptıklarını sandı. Çünkü:

Museyyeb bin Zuhre şöyle diyor: “Vallahi o topluluğu kendi gözümle gördüm; O’nu yıkadıklarını sanıyorlardı ama elleri ulaşmıyordu bile! O’nu hanutlayıp kefenlediklerini zannediyorlarda ama hiçbir şey yapmıyorlardı! Sonra da vefatında hazır bulunan o adamı gördüm. O İmam Rıza’ydı (Allah'ın selâmı üzerine olsun). O’nun (Hz. İmam Kazım’ın Allah'ın selâmı üzerine olsun) cenaze guslünü, hanutlamasını ve kefenlemesini O gerçekleştirdi. O onlara yardım ediyormuş gibi yapıyordu. Onlar ise O’nu tanımıyordu. İşini bitirince bana döndü ve (Allah'ın selâmı üzerine olsun) şöyle buyurdu: “Ey Museyyeb! Neyden kuşkuya düşersen düş, benden kuşkuya düşme! Senin İmamınım, Efendinim ve Babam’dan sonra Allah’ın senin üzerinde Hüccetinim! Ey Museyyeb, benim durumum Yusuf-u Sıddîk’ın durumuna benzer; kardeşleri O’nun karşısına çıkınca O’nu tanımamışlardı ve O’nu inkar ediyorlardı.” Guslün (ve kefenlemenin) bitmesinin ardından Bağdat’ın caddeleri Hz. İmam’ın (Allah'ın selâmı üzerine olsun) cenazesini teşyi etmek isteyenlerle dolup taştı. Daha önce böyle bir gün görülmemişti. İyilikle dolu takvalılar da facirler de Hz. İmam’ın (Allah'ın selâmı üzerine olsun) cenazesini teşyî etmek ve onu taşımanın zaferine kavuşmak için çıkmışlardı. Bağdat’ın caddelerini hıncahınç dolduran kalabalıklar, hüzün ve şiddetli izdırap içerisinde, ağıt yaka yaka İmam (Allah'ın selâmı üzerine olsun) pâk ziyaretgâhına taşınıncaya kadar Kureyş Kureyş mezarlığına doğru yürüdü…”

Hz. İmam’ın (Allah'ın selâmı üzerine olsun) Kabr-i Şerîfleri’nin bulunduğu yerin yani Kureyş Mezarlığı’nın bugünkü adı da O’na nisbet edilerek değiştirilmiş ve “Kazımiyye” yani “Kazımî bölge” olmuştur. Mukaddes Ziyaretgâhı; ihtişam bakımından Ceddi Hz. Huseyn’in (Allah'ın selâmı üzerine olsun) Mukaddes Türbesi’nden eksik yanı yoktur. Ziyaretçilerin hiç eksik olmadığı bu mubarek ziyaretgâhın adı da Mukaddes Kazımiyye Türbesi’dir.

Doğduğun günde, zifiri karanlık zindanlarda şehîd olduğunu günde ve yeniden diriltilip şahit kılınacağın günde sana, pâk atalarına ve pâk evlatlarına selâm olsun Efendimiz; ey Cafer-i Sadık oğlu Musa Kâzım!
Okur yorumları
Yorum bulunmuyor
Yorum ekle
İsim:
Ülke:
E-posta:
Paylaş: