İlahi vazifenin indiği Hicret Öncesi 13 senesi 28 Receb Salı gününden itibaren şehit edildiği gün olan H. 40 senesi 21 Ramazan Cuma gününe kadar İslam’ın yetiştirdiği en üstün örnek, yılmaz mücahid ve delilleri, hikmetleri ve cevapları ile tarihin her diliminde alimleri hayretler içerisinde bırakan “ilmin kapısı” ve daha nice faziletler… Müminlerin Emîri Hz. İmam Ali b. Ebi Talib’in (Allah'ın selâmı üzerine olsun) bıraktığı ve Müslümanlar için epeyce zengin ve olumlu unsurlurla dolu bıraktığı miras; bazıları için bir o kadar kötü ve olumsuz olmuştur. Yansımaları bugüne kadar devam eden, Müminlerin Emîri Hz. İmam Ali’nin (Allah'ın selâmı üzerine olsun) katledilmesi faciasının sebeplerinin üzerinde duracağız.
Allah’a ve Resûlü’ne iman edip hak yolda, Sırât-ı Mustakîm üzere giden; Selman, Ebazer, Ammar vb. Müminlerin Emîri’nin (Allah'ın selâmı üzerine olsun) takipçisi müminlerin akılları ve kalpleri Müminlerin Emîri’nin (Allah'ın selâmı üzerine olsun) nurları ile şereflendi ve Müminlerin Emîri’nin (Allah'ın selâmı üzerine olsun) burcu kokulu esintileri üzerlerine sinmişti. Gönül kapları ilahi suya açık olduğu için Müminlerin Emîri’nin (Allah'ın selâmı üzerine olsun) mubarek varlığı ve bıraktığı mukaddes miras onlara son derece olumlu bir şekilde yansıdı.
Müminlerin Emîri’nin (Allah'ın selâmı üzerine olsun) velayetinden (velilik makamından, dostluğundan), İslam için verdiği cihaddan, her vazifeyi en üstün şekilde eda edişinden, ilminden ve apaydın geçmişinden rahatsız olan, kalpleri hasta münafıklara gelince; Hz. Resûlullah’ın (Allah-u Teâlâ O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) vefatı sonrası içlerinde gizli saklı tuttukları hastalıkları dışa vurup iyice azıttılar. “Allah onların hastalığını artırsın; onlar için muazzam bir azap vardır…” Fitne tohumları ekip durdular ve Müminlerin Emîri’nin (Allah'ın selâmı üzerine olsun) yüzüne karşı kılıç çektiler.
Sözüne ettiğimiz bu iki grup arasında yaşananlardan Müminlerin Emîri’nin (Allah'ın selâmı üzerine olsun) katledilmesine yol açan bazı sebepler meydana geldi.
İlki: Haset. Müminlerin Emîri’nin (Allah'ın selâmı üzerine olsun) İslam dininin yetiştirdiği fertler içinde her açıdan önde ve üstün olması, şecaati, Allah’a itaati ve Hz. Resûlullah’a (Allah-u Teâlâ O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) olan yakınlığından dolayı birçoğu O’na (Allah'ın selâmı üzerine olsun) karşı haset duyuyordu. Nitekim Ehlibeyt (Allah'ın selâmı hepsine olsun) bu hususa vurgu yapmıştır. Sadece Müminlerin Emîri’nin (Allah'ın selâmı üzerine olsun) hayatında değil, tüm Ehlibeyt (Allah'ın selâmı hepsine olsun) İmamları hayatları boyunca hasete maruz kalmıştır.Hz. Resûlullah (Allah-u Teâlâ O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) da hadîs-i şerîflerinde Hz. İmam Ali’ye (Allah'ın selâmı üzerine olsun) haset edileceğini ve halkı Hz. Ali’yi (Allah'ın selâmı üzerine olsun) kıskanmaktan menetti. Burada bir soru sormak gerekiyor: “Hz. Resûlullah’ın (Allah-u Teâlâ O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) gerçekleşmeyecek bir şeye karşı uyarması mümkün mü?” Ayrıca Müminlerin Emîri (Allah'ın selâmı üzerine olsun) kendisine duyulan kıskançlığı Amcası Oğlu’na (Allah-u Teâlâ O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) şikayet etmiştir. “ Hz. İmam Ali’nin (Allah'ın selâmı üzerine olsun) hiç var olmamış bir şeyi şikayet etmesi mümkün müdür?”
Hâşâ; Allah’ın Resûlü ve O’nun Vasîsi’nden (Allah-u Teâlâ O'nlara ve Pâk Ailelerine salât etsin) böyle bir şeyi asla yapmayacaktır elbette.
İkincisi: Biriken kanlar.Müminlerin Emîri’nin (Allah'ın selâmı üzerine olsun) kılıcından akan kanlar;özelde Haricilerin ve genelde Ali (Allah'ın selâmı üzerine olsun) düşmanlarının kullandığı en güçlü bahanelerden biri olmuştur. Hariciler arkadaşlarının kanının intikamını almak istiyor; Kutam da “Ali Babamı öldürdü”, “Ali Nehrevan’daki kardeşlerimizi öldürdü” vb. Cümlerle babasının ve kardeşlerinin katilinin başının getirilmesi için bahaneler öne sürüyordu.Bedir, Uhud, Hayber, Hendek, Cemel, Sıffîn ve Nehrevan gibi savaşlar ardından çok sayıda ölüyü bıraktı. Bu ölülerin tabii ki yaşayan yakınları vardı. Ancak bu yakınlar, ölenlerinin batıl taraftarı oluşu ya da ne kadar zulmettiklerini düşünmek yerine; cahiliyeye ait tam bir kan davası mantığıyla hareket ediyorlar ve ölenlerinin intikamını almak bahanesiyle Hz. İmam Ali’ye (Allah'ın selâmı üzerine olsun) karşı azılı bir şekilde düşmanlık besliyorlardı.
Üçüncüsü: Siyasetinin yılmaz kararlılığı. Müminlerin Emîri’nin (Allah'ın selâmı üzerine olsun) takip ettiği siyasetin en önemli unsurlarından biri de hiçbir Müslümanın ayağının kaymasına göz yummayışı ve din ile ticaret yapanları kendi haline bırakmayışıdır. Bunun birçok örneği vardır. Bazıları şunlardır:
Muaviye’yi bir anlığına dahi olsun Şam vilayetinin başında bırakmayı reddetmesi. Muğîre’nin bir hile planlayıp böyle bir teklifte bulunmuş ve Müminlerin Emîri (Allah'ın selâmı üzerine olsun) de bunu reddetmişti. Osman’ın sahabelere dağıttığı tüm arazileri alıp Devlet Hazinesi’ne (Beytulmal’a) geri vermesi; Ammar bin Yasir’e verilen arazi de dahil. Devletin halka dağıttığı malda halkın tümünü eşit yapması. Bu eşitlik öylesine güçlü tepkileri olabilecek bir karardı ki; Müminlerin Emîri’nin (Allah'ın selâmı üzerine olsun) Kuvvet Komutanları’ndan olan Malik Eşter bile halkın geneliyle uzlaşmak için Müminlerin Emîri’ni (Allah'ın selâmı üzerine olsun) halkı bu konuda eşit yapmamaya çağırmıştı. Bu yılmaz siyaseti, O’nun (Allah'ın selâmı üzerine olsun) ashabı saflarında olanlar arasında güçlü bir bölünme doğurmuş ve O’na (Allah'ın selâmı üzerine olsun) karşı asilik etmeye başlamışlardı. Bu durum öyle bir hadde vardı ki, Müminlerin Emîri (Allah'ın selâmı üzerine olsun) onlardan birini bir bidati yapmaktan men ettiğinde isyan ediyor ve “Eyvahlar olsun, Ömer’in sünneti (gitti)” diyordu. Müminlerin Emîri Hz. İmam Ali’nin (Allah'ın selâmı üzerine olsun) teravih namazının cemaatle kılınmasını yasaklayışı sonrası gördüğü tepkiler bunun apaçık örneklerindendir.
Dördüncüsü: Ashabının ihtilafı. Düşmanlarının O’nu (Allah'ın selâmı üzerine olsun) katletme komplosunu kurmak ve bu cinayeti işleyecek cüreti bulmalarının en önemli sebeplerinden biri O’nun (Allah'ın selâmı üzerine olsun) ashabı sayılanlar arasındakilerin hem birbiriyle, hem de O’nun (Allah'ın selâmı üzerine olsun) ile aralarındaki ihtilafıydı. Mesela Eş’as b. Kays gibi bir harici ya da Ebu Musa el-Eş’arî gibi kendini O’ndan (Allah'ın selâmı üzerine olsun) üstün gören biri bile O’nun (Allah'ın selâmı üzerine olsun) safında sayılmıştı. Bu ihtilaf ile Muaviye’nin Sıffîn’de kazanmasının önünü açtılar ve Müminlerin Emîri’ne (Allah'ın selâmı üzerine olsun) suikast yapılmasının altyapısını hazırladılar.Bunun meyvesi de 19 Ramazan günü yaşanan ve tarih boyunca eşi benzeri görülmemiş facia olan Müminlerin Emîri’nin (Allah'ın selâmı üzerine olsun) namazda vurularak şehîd edilmesi felaketi oldu.
Beşincisi: “Allah geçmiştekileri affetmiştir” siyaseti. Müminlerin Emîri’nin (Allah'ın selâmı üzerine olsun) , suçlular eğer şer’î ceza gerektiren durumlar dışında cezalandırmayıp affeden bir siyaset güderdi. Mubarek sireti adaletle dolup taşmıştı. Müminlerin Emîri (Allah'ın selâmı üzerine olsun) asla kimseyi bir zan üzere yakalayıp sorguya almaz ve suç işleninceye kadar kimseyi cezalandırmazdı. Tüm deliller o suçun işlenmek üzere olduğuna işaret etse dahi suç işlenmediği sürece kimseye ceza vermezdi. O’nun (Allah'ın selâmı üzerine olsun) sınırlarını ve vereceği cezaların ölçütü şeriata aykırı hareketti. Zan ve şüphenin onun yargı kıstaslarında yeri yoktu. O’nun (Allah'ın selâmı üzerine olsun) takip ettiği yol ve mubarek yaşantısı mutlak anlamda adalet üzerine kuruluydu. Zahîrî hilafetin başına geçtikten sonra Osman’ın sahabelere dağıttığı tüm arazileri alıp devlete geri verirken şerî hakkı kendinde olan Fedek’i bile devletten geri almadı.
Müminlerin Emîri (Allah'ın selâmı üzerine olsun) işte adaletin son noktada olduğu böylesi bir atmosferde yaşarken İslam Ümmeti Şam, Mısır ve Hicaz’da sürekli suikast ve komplo gürültüleri ile yatıp kalkıyordu. Bu adaletinden dolayı canileri bile– daha sonra da göreceğiniz gibi- O’nun (Allah'ın selâmı üzerine olsun) suikastının kolay bir şey olduğunu biliyordu. Çünkü hiçbir zaman kendine özel koruma ya da bekçi tutmazdı.