Vahhabiler Bakî Kabristanlığı’nı neden yıktı??

Vahhabîler, Müslümanların genelinin aksine; Peygamberlerin ve Ehlibeyt İmamları’nın kabirlerine ziyaret yapıp bu kabirlere saygı göstermenin kabirde yatanlara kulluk olduğuna, bunun Allah’a şirk koşmak olduğuna inanıyor ve bunu yapanların kanların helal biliyor! Yani Vahabîlere göre Peygamberlerin ve Ehlibeyt İmamları’nın (Allah'ın salât-u selâmı hepsine olsun) kabirlerini ziyaret edip bu kabirlere saygı gösterenlerin cezası ölümdür!

Üstelik bu görüşlerini bir görüş ile bırakmakla kalmamış, Müslümanların geneline bunu bilfiil zor kullanarak uygulamaya başlamışlardır. Bu sebeple Irak’tan Şam’a, Arap körfezinden Kızıldeniz’e, körfeze ve doğusundan batısına kadar İslam âleminde hiçbir toprak parçası onların işlediği katliamlardan sağ salim kalamamıştır.

Vahabîler kinlerini ellerine geçen her yere kusmuş; sahabilerin tabîinin hayırlılarının ve Allah-u Teâlâ’nın her türlü pislikten arındırıp tertemiz kıldığı Hz. Peygamber’in Ehlibeyti’nin (Allah-u Teâlâ O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) kabirlerini yıkmışlardır. İki Mukaddes şehir Mekke-i Mükerreme ve Medîne-i Münevvere; bu felaketin yaşandığı günlerde en çok zarar gören şehirler olmuş ve Müslümanların kalplerini kan ağlatıp içlerini parçalayan ve onları miraslarından ve geçmişlerinden koparıp alan bir olay sonucu çok büyük bir miras yok edilmiştir: Bakî Kabristanlığı, içerisinde bulunan Hz. Peygamber’in Ehlibeyti’ne (Allah-u Teâlâ O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin), seçkin ashabına, eşlerine ve büyük İslami şahsiyetlere ait kubbeler ile birlikte yıkılarak yerle bir edilmiştir! Vahabîler karanlık tarihlerinde bu cinayeti iki defa işlemiştir. Haricî tağut atalarından miras aldıkları İslam uygarlığına karşı derinlerde yatan kini kusarak yerüzünde bozgunluk çıkarmanın, cehaletin ve azgınlığın ne olduğunun canlı bir örneği olduklarını kendi tarihlerine, hem de sadece bir değil, iki defa kazımışlardır:

İlk facia, H.1185 senesinde; Der'iye (Arabistan'da bir şehir) Emîri Muhammed bin Mesud’un, İngiliz eliyle tasarımı gerçekleştirilen Vahhabi mezhebinin kurucusu Muhammed bin Abdulvehhab ile anlaşmaları sonrası başladı. Topraklarını genişletecek ve civarda yer alan şehirleri işgal ederek Vahhabiliği yayacaklardı. Siyasi önderlik Muhammed bin Mesud'da, dini önderlik de Muhammed bin Abdulvehhab'da olacaktı. Hemen çalışmalara başladılar ve etrafındaki bölgeleri işgal ettiler. Ardından Irak'a doğru hareket ettiler ve Irak sınırından içeri girdiler. Âl-i Suud ordusu ile Irak'ın kırsal bölge sakinleri arasında yaşanan çatışmalardan sonra Kerbelâ'ya vardılar ve şehre girdiler. Hz. İmam Huseyn'in (Allah’ın selâmı üzerine olsun) kabrinin üzerinde yer alan Kubbe-i Şerîfe'yi yıktılar. Mukaddes Zarîh'in bir bölümünü yıktıkları da anlatılır. Mukaddes mekândaki değerli mücevherleri yağmaladıktan sonra orada bulunan mushafları ve kitapları yaktılar. Ardından Müminlerin Emîri Hz. İmam Ali'nin (Allah’ın selâmı üzerine olsun) Kabr-i Şerîfi'ni yıkmak üzere Mukaddes Necef şehrine doğru harekete geçtiler. Ancak başarılı olamadılar. Bunun üzerine Hicaz'da yer alan bölgeleri işgal etmek üzere harekete geçtiler ve Mekke-i Mükerreme'ye girdiler. Mekke-i Mükerreme'ye girdiklerinde doğruca Mualla Kabristanlığı'na gidip yıkmaya başladılar. "Hulaset-ul Kelâm" kitabının yazarı bununla ilgili şöyle diyor: "Sabah olduğunda kürekler ve baltalarla ellerini kollarını sallaya sallaya kabirleri yıkmak üzere yola koyulmuşlardı. Vahabiler salih şahsiyetlere ait mescitleri ve eserleri yıkmakla işe başladı. Mualla Kabristanlığı'nda bulunan ne kadar kubbe varsa hepsini yıktılar. Ardından Hz.Peygamber Efendimiz'in (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât etsin) Mevlid kubbesini (Rahmet Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa'nın (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât etsin) doğduğu evin kalıntılarının bulunduğu Mukaddes kubbeli yapı) yıktılar. " Yıktıkları kabirleri yıkmış olmakla yetinmiyor, her türlü saygısızlığı yapmaktan hiç gocunmuyorlardı. 1805 (H.1220) senesinde ise bir buçuk yıllık ablukanın ardından Medine-i Münevvere'ye girebildiler."Lem'uş-Şihab" kitabının yazarı bu olayı şöyle anlatıyor: " Medine'ye yaklaştıklarında onlara elçi gönderip şehre girmek istediğini bildirdi. Ama onlar karşı koydu. Şehre girene kadar defalarca saldırdı. Şehre girdiği zaman da şehir sakinlerinin bazısını öldürüp Medîneliler'e "Nakisîn - biatlerinden dönenler" adını taktı. 11. Günde kendi ve birkaç oğlu ile beraber; Hz. Peygamber'in (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât etsin) Ziyaretgâhı'nda hizmet eden Sudan'lı hizmetkârlardan Hz. Peygamber'e (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât etsin) hediye edilen hazinelerin yerini bildirmelerini istedi. "Ne sana yerlerini gösteririz, ne da sana onları teslim ederiz!" diye cevap verdiklerinde de dövülüp hapse atılmalarını emretti. İsteneni yapmak mecburiyetinde kaldıkları zaman da ona bazı hazinelerin yerlerini gösterdiler. O da orada ne varsa hepsini aldı. Aldıklarının arasından Müslümanlar Medain şehrini fethettiğinde elde ettikleri Kisra (Enuşirvan) Tacı, Harun Reşid'in Kılıcı; Zubeyde'ye ait bir kolye; Altın kandiller ile çok sayıda mücevher vardı. Oradan çıkıp Bakî'de bulunan tüm kubbelerin yıkılmasını emretti. Bu kubbeler arasında Hz.Fatıma Zehra'nın (Allah’ın selâmı üzerine olsun) kubbesi de bulunuyordu. Yalnız bu kubbe Hz. Fatıma Zehra'nın (Allah’ın selâmı üzerine olsun) kabrine ait değildi, çünkü Hz. Fatıma Zehra'nın (Allah’ın selâmı üzerine olsun) kabrinin yeri bilinmiyor. Bu Kubbe Müminlerin Emîri İmam Ali (Allah’ın selâmı üzerine olsun) Efendimiz tarafından, babası Hz.Peygamber Efendimiz'in (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât etsin) şahadeti sonrası inşa ettiği ve "Beytul Ahzan-Hüzünler Evi" olarak adlandırıldığı makama aitti. Bu Kubbe'ye "Kubbetul Huzün- Hüzün Kubbesi" ismi verildiği de söylenir. Yıkılan Kubbeler arasında Hz. İmam Hasan'ın (Allah’ın selâmı üzerine olsun) Kubbesi de yer alıyordu. Meşhur gezgin İbn-i Cibrin'in vasfettiğine göre "Gökyüzünde yükselen bir Kubbe ile Hz. İmam Hasan'ın (Allah’ın selâmı üzerine olsun) Kubbesi kastedilirdi". Diğer bir meşhur gezgin olan İbn-i Batuta ise şöyle anlatıyor: "Hasan bin Ali'ye ait, gökyüzünde yükselen, harika bir şekle sahip bir kubbe vardır. Bunun yanında Ali bin Huseyn'e (Allah’ın selâmı üzerine olsun) ait bir Kubbe; Muhammed Bakır'a (Allah’ın selâmı üzerine olsun) ait bir Kubbe ve Cafer-i Sadık'a (Allah’ın selâmı üzerine olsun) ait bir Kubbe yer vardır." Bu kubbelerin yanında Müminlerin Emîri'nin (Allah’ın selâmı üzerine olsun) sevgisine mazhar olan ve bu sebebple adını oğullarına verdiklerini ifade ettikleri meşhur sahabî Hz. Osman bin Mez'un'a (Allah O’ndan razı olsun) ait bir Kubbe yer alıyordu. Yıkım sonrası oluşan enkazları da o mukaddes kabirlerin üzerinde öylece bıraktılar. Abdullahpur Harat yıkım sonrası Bakî Kabristanlığı'nın o içler acısı halini şöyle anlatıyor: "Düzgün bir bina denebilecek bir metreciklik bile yer kalmamıştı... Sabit olmayan taşlarla çevrili toprak yığınlarından ibaretti sadece."

Bakî Kabristanlığı Suud ailesinin kurduğu devlet, Osmanlı Devleti'ne tekrar yenilip hakimiyeti yitirinceye kadar aynı halde kaldı. Osmanlı Devleti geri dönüp Medine-i Münevvere'yi yeniden ele geçirince; Mukaddes şehri yeni baştan yaptırdı ve Vahabilerin yıktırdığı izleri yeniden yaptırdı. Çok sayıda Kubbe'yi, o dönemin zevkiyle uyumlu bir biçimde yeniden yaptırdı. Bu süreçte onlara ulema yardımcı oldu ve İslam dünyasının dört bir yanından cömert bağışlar ile hazır yaptırılmış Zarih'ler (Kabrin üzerini örten kafes) de buna eşlik etti. Ancak bu yapılar da ancak yüz yıl kadar dayanabildi. Çünkü o tarihlerde İbn-i Suud, Britanya'nın yardımı ve işbirliği ile Osmanlı Devleti'nin bölgedeki varlığına son verip yeniden kontrolü ele geçirdi.H. 1344 -1925'te- 15 Cemaziyelevvel gününde ise Medine-i Münevvere'ye girerek Mukaddes şehri kana buladı ve toplu katliam gerçekleştirdi. Şehirdeki kadın,erkek,çocuk demeden onlarca cana kıydı. Katledilenler arasında çok sayıda din adamı da bulunuyordu. Aynı sene 8 Şevval tarihinde tekrar şehre girdi. Bu kez Bakî Kabristanlığı'nda yer alan kabir, zarîh ve mescitlerin hepsini topyekün yıktırdı. Aynı tarihte Hz. Resûlullah'ın (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât etsin) kabrini de yıktırmak üzere harekete geçti. Ancak o dönemde İslam ve Arap ülkelerinde yaşanan protestolar,gösteriler ve resmi tepkiler; onu vazgeçmek zorunda bıraktı.
Okur yorumları
Yorum bulunmuyor
Yorum ekle
İsim:
Ülke:
E-posta:
Paylaş: