On İki İmamlar (Allah'ın selâmı hepsine olsun) Okulu’nun takipçilerine neden “Caferî” adı verildi?

Tüm İmamlar (Allah'ın salât-u selâmı hepsine olsun) Allah-u Teâlâ’nın hükümlerini bilirler. Hepsi de (On ikisi de) ilahi İmamet (önderlik) makamına ve diğer faziletlerin tümüne sahiptir. Ancak Ehlibeyt İmamları’nın (Allah'ın selâmı hepsine olsun) düşüncelerini ortaya koymaları için gerekli şart ve uygun koşullar; ne Müminlerin Emîri Hz. İmam Ali’nin (Allah'ın selâmı üzerine olsun), ne evlatları Hz.İmam Hasan ile Hz. İmam Huseyn’in (Allah'ın selâmı üzerlerine olsun), ne de torunu Hz. İmam Ali bin Huseyn Zeynelabidîn’in (Allah'ın selâmı üzerine olsun) döneminde bir araya geldi. Aynı şekilde Hz. İmam Bâkır’ın (Allah'ın selâmı üzerine olsun) döneminde bile; Hz.İmam Sâdık’ın (Allah'ın selâmı üzerine olsun) döneminde olduğu kadar geniş kapsamlı hareket etmeyi sağlayan imkanlar oluşmadı. Çünkü Hz. İmam Sâdık (Allah'ın selâmı üzerine olsun) iki zalim devlet arasında bir geçiş süreci döneminde yaşadı. Emevî Devleti bir yandan çöküyor, bir yandan da Abbasî Devleti oluşmaya başlıyordu. Bu da Ehlibeyt (Allah'ın selâmı hepsine olsun) okulunun temsil ettiği gerçek ve köklü İslam düşüncesini ortaya koymak için O’na (Allah'ın selâmı üzerine olsun) fırsat sağladı. Böylece O’nun (Allah'ın selâmı üzerine olsun) eliyle binlerce muhaddis (hadis alimi) ve fakîh (fıkıh alimi) yetişti.

Bu aşamada İslam ilimlerini ve marifetlerini (bilişlerini) yayma hususunda Hz. İmam Sâdık’a (Allah'ın selâmı üzerine olsun) yapılan baskı azalmıştı. Bu vesileyle büyük sayılarda çıraklar yetiştirmeyi başardı. Her biri İslami ilimlerin öğretiminde ve yayılmasında birer kutup haline geldi. Bu noktada Şii’lik mezhebine; Hanbelî, Şafii, Hanefî ve Malikî mezheplerine karşılık “Caferî” mezhebi lakabı verilmeye başlandı. Bu lakap da o günden bugüne kadar aynı şekilde kaldı.

Bu aşamanın bir diğer olumlu yanı; Ebul-Abbas-ı Seffâh’ın – ilk Abbasî yöneticisi –Şiiler ve Ehlibeyt (Allah'ın selâmı hepsine olsun) ile uğraşmayıp Ümeyyeoğulları’nı kovalamakla meşgul oluşudur. Hz. İmam Sâdık (Allah'ın selâmı üzerine olsun) bu fırsatı, İslami ilimleri yayıp büyük sayılarda alim,tefsirci, fakîh ve kelâmcı yetiştirerek değerlendirdi. Hasan b. Ali el-Weşşâ şöyle diyor: “Şu Mescid’de (Kûfe Mescidi’nde) dokuz yüz şeyh görüp tanıdım, hepsi “Cafer bin Muhammed bana (şöyle) anlattı…” diyordu.” Hadisçiler; O’ndan rivayet nakleden ravîleri benimsedikleri görüş ve sözlerindeki ihtilaflara rağmen güvenilir sayıp hadislerini toplamıştır. Bu ravilerin sayısı (yaklaşık) dört bindir.

Bu elverişli şartlar O’nun ne atalarının, ne de evlatlarının (Allah'ın selâmı hepsine olsun) hiçbirinin döneminde oluşmadığı için Şiilik mezhebi o dönemde büyük bir kalkınma yaşadı. O dönemden beri de Caferî mezhebi olarak biliniyor. Özünde tabii ki Hz. Ali ve Ehlibeyti’nin (Allah'ın selâmı hepsine olsun) mezhebidir. Ancak Caferî olarak isim verilmesinin sebebi; Hz. İmam Cafer-i Sadık’ın (Allah'ın selâmı üzerine olsun) kurduğu ve gerçek Muhammedî sünneti ile asıl İslam fıkhını beyan ettiği medrese vesilesiyle yayılmasıdır.
Okur yorumları
Yorum bulunmuyor
Yorum ekle
İsim:
Ülke:
E-posta:
Paylaş: