Ve yeryüzü Hz. Fatıma’nın (Allah'ın selâmı üzerine olsun) nuruyla parıldadı…

Hz. Fatıma Zehra (O'na selâm olsun) Bîsetin beşinci yılında Cemâziyelâhir ayının yirminci gününde dünyayı şereflendirdi.O sırada Hz. Peygamber Efendimiz (Allah-u Teâlâ O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) kırkbeş yaşındaydı. Hz. Fatıma (Allah'ın selâmı üzerine olsun) Mekke’de sekiz yıl ve Medîne’de on yıl yaşamıştır.

Annesi Hz. Hatice Hz. Fatıma Zehra’ya (Allah'ın selâmı üzerlerine olsun) hamile olduğunda Hz. Fatıma (Allah'ın selâmı üzerine olsun) ana karnından annesi ile konuşur ve sabretmesine yardımcı olurdu. Hz. Hatice (Allah'ın selâmı üzerine olsun) bunu Hz. Resûlullah’tan (Allah-u Teâlâ O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) gizlerdi. Bir gün eve girdiğinde Hz. Hatice’yi Hz. Fatıma (Allah'ın selâmı üzerlerine olsun) ile konuşurken işitti. (Allah-u Teâlâ O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) şöyle buyurdu: “Ey Hatice? Kiminle konuşuyorsun?”

“Karnımdaki cenîn ile; benim konuşuyor ve bana ünsiyet * veriyor”

Bunun üzerine (Allah-u Teâlâ O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) şöyle buyurdu: “Ey Hatice; işte bu (gelen) Cebrail’dir: O’nun dişi olacağını, pak ve uğurlu bir nesil (soy üyesi) olacağını, Allah-u Teâlâ’nın neslimi O’ndan kılacağını, O’nun neslinden İmamlar kılacağını ve O’nun (Allah’ın) vahyinin bitişinin ardından Onlar’ı yeryüzünde halîfeler kılacağını haber veriyor.”

Bu hâl Hz. Hatice’de (O'na selâm olsun) doğum sancıları başgösterinceye dek devam etti.

Kureyş’e ve Haşimoğulları’nın hanımlarına haber salıp onlardan doğuma yardımcı olmalarını istedi.

Onlar da bu çağrıya “Sen bize karşı çıktın, sözümüzü kabul etmedin ve Ebu Talib’in parasız, fakir yetimi Muhammed ile evlendin. O zaman biz de sen işini kolaylaştırmak için hiçbir şey yapmayacağız” diyerek cevap yolladı.

Hz. Hatice (O'na selâm olsun) bu cevabı alınca üzüldü ve dertlendi. O bu hal üzere iken dört uzun boylu esmer hanım içeri girdi. Haşimoğulları’nın hanımlarına benziyorlardı. Hz. Hatice (O'na selâm olsun) onları görünce ürktü.

Onlardan biri “Dışarı çıkma Hatice; bizleri Rabbin sana göndermiştir. Bizler bacılarınız. Ben Sare’yim. Bu Muzahim kızı Asiye’dir. Cennetteki arkadaşındır. Şu da İmran kızı Meryem’dir. Bu da Musa b. İmran’ın bacısı Külsüm’dür. Allah bizi sana (yapacağın doğumda yardım etmemiz) için sana gönderdi.”

Bunun üzerine biri Hz. Hatice’nin (O'na selâm olsun) sağına, biri soluna, üçüncüsü karşısında ve dördüncüsü de arkasına geçti. Hz. Hatice (Allah'ın selâmı üzerine olsun) bunun üzerine Tahire-i Mutahhare’yi; yani kendi pek pâk ve O’na bağlanan her şeyi pâklaştıran Hz. Fatıma’yı (O'na selâm olsun) dünyaya getirdi.

Hz. Fatıma (O'na selâm olsun) yeryüzüne indiğinde yeryüzü nurla parladı. Öyle bir parlamıştı ki Mekke’nin tüm evlerinden içeri girmiş; yeryüzünün ne batısında ne de doğusunda aydınlatılmadık hiçbir yer bırakmamıştı.

Ardından on tane Hur-ul ayn (Hurî) içeri girdi. Her biri bir cennetten birer leğen ve ibrik taşıyordu. İbriklerde de kevser suyu vardı. Hz. Fatıma’yı (O'na selâm olsun) o ibriklerdeki kevser suyu ile yıkadılar. Sonra da rengi sütten daha ak ve kokusu miskten de anberden (güzel kokusu ile meşhur bir madde*) güzel iki bez çıkardılar. Hurilerden biri bu bezlerden biri ile kundağın beden kısmını, bir başka Huri de ikinci bez ile kundağın baş bölümünü yaptı.

Sonra da Hz. Fatıma’ya (O'na selâm olsun) kelime-i şahadeti okudular. O da şöyle buyurdu: “Şahadet ederim ki; Allah’tan başka ilâh yoktur, Babam Allah’ın Resûlü ve Peygamberlerin Efendisi’dir, Kocam Vasîlerin Efendisi’dir ve evlatlarım da torunların Efendileridir!”

Bunun üzerine kadınlar şöyle dedi: “Al onu Hatîce; O Tahire-i Mutahhare’dir (Pâktır ve Pâk kılınmıştır); zekiyyedir (tezkiye edilmiştir,arındırılmıştır), uğurludur, O’nda da bereket kılınmıştır O’nun neslinde de.” Hz. Hatice (O'na selâm olsun) çok sevinçli bir şekilde onu aldı ve ilk defa onu emzirdi. Hz. Fatıma (Allah'ın selâmı üzerine olsun) o kadar hızlı bir şekilde büyüyüp gelişiyordu ki; sıradan bir bebeğin bir aydaki gelişimini bir günde, bir yıllık gelişimini de bir ayda tamamlıyordu.

Eğer Ruh bir insanın üzerine doğar, iman O’nun üzerine parlak ve akîde O’nda tutuşursa o insan yücelir. Eğer bunlar bünyesinde semâvî dokunuşlar ve ilahi yardımlar olan birine eklenirse o insane başka bir insan ya da başka bir mahlûka dönüşür; sıradan bir insan onun boyutlarını tümüyle idrak edemez. Hz. Zehra (Allah'ın selâmı üzerine olsun) işte böyleydi; canım O’na feda olsun. O Hawrâ-i insiyeydi; yani insani bir hurî idi.

Hz. Peygamber (Allah-u Teâlâ O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) bir gün Hz. Fatıma’nın (Allah'ın selâmı üzerine olsun) odasına girdi ve şöyle sordu: “Kendini (nasıl) buluyorsun kızcağızım?”

“Ağrım var (hastayım); yiyecek yemeğimin olmaması acımı artırıyor” dedi.

O da “Ey kızcağızım Âlemlerin Hanımlarının Seyyide’si olmaktan razı olmaz mısın?” diye buyurdu.

Hz. Fatıma (Allah'ın selâmı üzerine olsun) da “Babacığım İmran kızı Meryem nerede (hangi konumda) peki?” diye sordu.

(Allah-u Teâlâ O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) şöyle cevapladı. “O kendi âleminin hanımlarının Efendisidir; Sen ise kendi âleminin Efendisisin. Vallâhi seni (öyle biriyle) evlendirdim ki; O Dünya’nın da ahretin de Efendisidir!”

* Ünsiyet vermek; dostluk etmek, ülfet sağlamak ve yalnızlığı gidermek gibi anlama gelir.
Okur yorumları
Yorum bulunmuyor
Yorum ekle
İsim:
Ülke:
E-posta:
Paylaş: