Receb ayının on beşinci günü: Haşimoğulları’nın “Akîle”si Hz. Zeyneb-i Kubra’nın (O'na selâm olsun) vefât hatırası…

Yarın Receb-i Şerîf’in on beşinci günü. İslam ümmetinin, Ehlibeyt (Allah'ın selâmı hepsine olsun) aşıklarının hüzünlerinin tazelendiği bir gün. Çünkü bu günde Hâşimoğullarının “Akîle”si (hanımefendisi, modern dil ile “leydi”si) Sıddîka-yı Suğra (Küçük Sıddîka) Hz. Zeyneb-i Kubra’nın (O'na selâm olsun) bu âlemden rıhlet edişinin (göçmesinin) yıldönümüdür.

Bu büyük hanımefendi, Müminlerin Emîri’nin ve Hz.Zehra’nın (Allah'ın selâmı hepsine olsun) pek mubarek evliliğinin bir meyvesidir. Ağırbaşlılığı tıpkı Hz. Hatice Kubra (Allah'ın selâmı üzerine olsun) gibi; iffeti ve hayâsı tıpkı annesi Hz. Fatıma Zehra (Allah'ın selâmı üzerine olsun) gibi; şahsiyetinin yüceliği, belâgati ve fasîh konuşması babası Hz. Ali (Allah'ın selâmı üzerine olsun) gibi, sabrı ve hilmi (yumuşak huyluluğu) tıpkı ağabeyi Hz. Hasan (Allah'ın selâmı üzerine olsun) gibi ve cesareti, soğukkanlılığı tıpkı öbür ağabeyi Hz. Huseyn (Allah'ın selâmı üzerine olsun) gibiydi.

Bu pek yüce makama sahip Seyyide’ye dair bir önemli hadise de şudur: Hz. Peygamber Efendimiz (Allah-u Teâlâ O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) bu evlâdının dünyaya geldiği haberini alınca hızla Pâk Canpâresi Hz. Fatıma Zehrâ’nın (Allah'ın selâmı üzerine olsun) evine gitmiştir. Takati kesilmişçesine üzüntülü bir hale bürünen Peygamberimiz (Allah-u Teâlâ O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) yeni torunun görünce gözyaşları mubarek yanaklarından süzülmüş ve onu bağrına basıp uzun uzun öpmüştür. Âlemlerin Hanımlarının Seyyidesi Hz. Fatıma (Allah'ın selâmı üzerine olsun) bu manzara karşısında şaşırmış ve şöyle buyurmuştur: “Babacığım seni ağlatan nedir? Allah gözünü (hiç) ağlatmasın!”

Hafif kısık ve hüzünlü bir sesle şöyle cevapladı: “Ey Fatıma! Bil ki benden ve senden sonra bu kıza musibetler ve felaketler (döküldükçe) dökülecektir!”

En belirgin nefsî faziletlerinden (üstünlüklerinden, erdemlerinden) ve kâmil ahlâkından biri de dünyadan yüz çevirmesidir. Tıpkı dünya hakkında onu üç kez boşamışçasına ondan yüz çevirdiğini söyleyen babası Müminlerin Emîri (O'na selâm olsun) gibiydi; tüm süsü ve şatafatıyla dünya O’nun gözünde bir hiçti. Annesi Hawrâ-yı İnsiyye (İnsan Hûri) Hz. Fatıma Zehra’nın (O'na selâm olsun) izinden gidiyordu. Tarihçilerin naklettiği gibi evinde hurma ağacının yapraklarından bir hasır ve bir koyun derisinden başka bir (üzerinde oturulacak) şey olmadığını; deve yününden yapılmış bir örtü giydiğini, kendi eliyle arpa öğüttüğünü ve bunun gibi zahitlik özelliklerine sahip olduğunu nakletmişlerdir.

Bazı lakapları: Akîle-tu Benî Hâşim (Haşimoğulları’nın Akîle’si), Âbide-tu Âl-i Ali (Alioğullarının Pek çok ibadet eden hanımefendisi), Kâmile, Fazile (Faziletli hanımefendi), Umm-ul Mesaib (Musibetler Anası), Akîle-tu Kureyş (Kureyş’in Akîlesi), Nâibe-tuz- Zehra (Hz. Zehra’nın naibesi, vekîli), Batala-tu Kerbelâ (Kerbelâ’nın Kahramanı), Kâbe-tur-Rezaya (Felâketlerin Kâbesi), Kâbe-tul Ahzân (Hüzünler Kâbesi), el-Akîle-tul Kubra (Büyük Akîle), Veliyyetullahil Uzma (Allah’ın büyük velî hanımefendisi), el-Âmiretu bil Mâruf (İyiliği emreden hanımefendi), Mahbûbe-tul Mustafa (Hz. Mustafa’nın pek sevdiği), Kurre-tu Ayn-il Murtazâ (Hz.Murtazâ’nın göz aydınlığı), Akîle-tu Hidr-ir Risâle (Risaletin Örtülü Akîle’si), Razîetu Sedyil-Vilâye (Velâyetin göğsünden süt emen), el-Gayûre-tu Aled-Dîn (Din hakkında gıyretli, hamiyet sahibi hanımefendi), el-Mumtahane-tus-Sabire (İmtihan olunup sabreden hanımefendi)…

Haşimoğullarının önde gelenlerinden olan ve amcasının oğlu olan; Ebu Taliboğlu Cafer oğlu Abdullah ile evlenmiştir. Bu mubarek evlilikten her biri nurlu birer yıldız olan; Avn, Muhammed, Abbas, Ali ve Seyyide Ümmü Kulsûm adında evlatlar dünyaya gelmiştir. Bunlardan Muhammed ve Avn, Ebu Abdullah Hz. İmam Huseyn (Hepsine selâm olsun) ile Aşura günü şehit olmuşlardır.

Hz. Zeyneb-i Kubra’nın (O'na selâm olsun) ağabeyi Hz. İmam Huseyn’in (O'na selâm olsun) kıyamında çok büyük ve çok önemli bir rolü vardır. O dahiyane, ustaca ve son derece akıcı sözleri; güçlü karakteri, üstün psikolojik kabiliyetleri, soğukkanlılığı, mutmain oluşu ve cesaretinden - ve daha ne kadar faziletli özellik sıralarsak sıralayım, yetmez; Hz. Zeyneb hepsine sahiptir – ileri geliyordu. Kûfe’de, Şâm’da ürkütücü büyüklükteki kalabalıkların karşısında bir an olsun dili sürçmeden, kekelemeden, sesi çatallaşmadan ya da korkuya kapılmaksızın yaptığı o muazzam konuşmaları düşmanların tepesine ardı arkası kesilmeyen şimşekler gibi çakıyordu. Yaptıkları ve sözleri Hz.Huseyn’in (O'na selâm olsun) kıyamının ardında yatan sebeplerin son kısmını oluşturuyordu. Hz. Zeyneb-i Kubra (O'na selâm olsun) Emevîlerin gerçek yüzünü açığa çıkarmış ve kapkaranlık gerçeklerini ortaya dökerek tahtlarını sarsmış, hegemonyalarını dağıtmış ve sonsuza dek üzerlerinde kalacak o kara lekelerini alınlarına yapıştırmıştır. Tağutların arşını yerinden oynatan bu fazileti ve önü alınamaz sadâsı ile Şehîd İmam Hz. İmam Huseyn’in (O'na selâm olsun) davasının ortağı olmuştur.

Hz. Akîle (O'na selâm olsun) Kerbelâ faciasından sonra ancak kısa bir süre yaşadı. Bu sürede hastalıklar onun bedenini yağmaladı. Adeta bir hayalete dönüşmüştü, bir konuşma yapacak gücü bile kalmamıştı. Hastalığın acıları yüzünden yatağa bağlı kaldı. Hayatının en son saatlerinde bile O’na en ağır gelen şeyler; Kerbelâ’da gözlerinin önünde cereyan facialardı… Allah’ın zikri ve kitâbını okuya okuya mubarek rûhu semâya yükseldi. Hz. Zeyneb-i Kubra (Allah'ın selâmı üzerine olsun) dünyâ âleminden göçmüş ve Rabbi ile buluşmuştu. Allah-u Teâlâ’nın rahmet melekleri O’nu karşılarken; O da yaşadığı, Allah-u Teâlâ yeryüzünü yarattığından beri kimsenin başına gelmeyen o muazzam felâketleri Allah-u Teâlâ’ya şikayet ediyordu…

En kabul edilen görüşe göre Hz. Havrâ Zeyneb (Allah'ın selâmı üzerine olsun) Allah-u Teâlâ ile H. 62 yılında Recep ayından on dört gün geçtikten sonra buluşmuştur. Böylece felaketlerle parçalanan yüreği ve işkencelerle yıpranan bedeni rahata kavuştu. Elbette ki o boyunların karşısında bükük kaldığı o sözleri O’na kutsî âlemden bağışlanmıştı; herhangi bir öğretmenin öğretimi ile değildi. O muazzam belâgati, konuşması ve üslubu ile Babası Vasîlerin Efendisi’nin (O'na selâm olsun) diliydi. Tam da Hz. İmam Seccâd’ın (O'na selâm olsun) vasfettiği gibiydi: “(Başkaları tarafından) öğretilmeden âlime ve (başkaları tarafından) kavratılmadan fâhime (anlayıp çok iyi kavrayan hanım)…”

O’nu daha önce hiç görüp tanımadıkları için sözleri, duruşu ve heybeti karşısında hayretler içerisinde kalanlara “ O, Ali’nin kızı Zeyneb’dir…” dendiği zaman bu cevap onlara fazlasıyla yetiyordu…

Ve Hicretin altmış ikinci yılında Receb-i Şerîf’in on beşinci gününde Pâk ruhunu Rabbi’ne teslim eden Hz. Zeyneb-i Kubra (O'na selâm olsun) Şâm’da defnedildi. Bu gün bulunduğu şehre Seyyide Zeyneb (O'na selâm olsun) denmektedir. Heybetli ve göz alıcı güzelliğe sahip Mukaddes Ziyaretgâhı, dünyanın dört bir yanındaki Ehlibeyt (Allah'ın selâmı hepsine olsun) aşıkları tarafından ziyaret edilmektedir.

Doğduğu günde, Rabbi’ne ruhunu teslim ettiği günde ve yeniden diriltilip düşmanlarından ilahî intikamın alınacağı günde; Resûlullah’ın (Allah-u Teâlâ O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) evlâdı, Ali’nin ve Fatıma’nın kızı, Hasan ve Huseyn ile Abbas’ın bacısı, (Hepsine selâm olsun) Sabrın Dağı, Musibetlerin Anası, Kerbelâ’nın Kahramanı, Haşimoğullarının Akîle’si ve Hz. İmam Huseyn’in (O'na selâm olsun) Hz.Zeyneb-i Kubra’ya selâm olsun!
Okur yorumları
Yorum bulunmuyor
Yorum ekle
İsim:
Ülke:
E-posta:
Paylaş: