Seyyid Safî: “Zaferleri belgelemek zorundayız. Çünkü biz burdayız diyebilmek için her kanıta ve her belgelendirmeye ihtiyaç duyacağız.”

Mukaddes Hz.Abbas (Allah'ın selâmı üzerine olsun) Türbesi Kültür ve Düşünce İşleri Bölümü tarafından bu yıl ilk defa düzenlenen “Mukaddes Müdafaa Fetvası Festivali” 26 Mayıs 2016 (18 Şaban 1437) Perşembe günü yapılan açılış töreni ile birlikte başladı.

Festivalin açılış töreninde Mukaddes Hz. Abbas (Allah'ın selâmı üzerine olsun) Türbesi Şerî Mütevellîsi (İzzeti daim olsun) bir konuşma yaptı. Seyyid Safî’nin konuşmasında şunlar yer aldı:

“Güç; olumlu durumda iken gerek dinin gerek düşüncenin gerek toprağın gerekse de ırzın (namusun) koruyucu kalkanını temsil eder. Bu yüzden de insanın aklî ve bedensel bileşiğinde kendini onlarla koruyacağı araçlara sahiptir. Kendini savunma güdüsü belki de tüm varlıklara saplanmış (yerleştirilmiş) bir içgüdüdür. Bunlardan biri olan insan da tehlikeye maruz kalınca kendini savunmaya çalışır.”

“Hanif dinimiz ve İslam memleketlerimiz tarihin birbirinden farklı dönemlerinde bir grup tehlikeye maruz kalmıştır. Bu tehlikeler bazı durumlarda memleketlerimize olumsuz sonuçlar getirdi. Bazı topraklar ısırılıp koparıldı ve bitti. Şu anda İslam alanı (coğrafyası) dahilinde değiller. Bazı durumlarda da Müslümanlar güçlü bir duruş sergileyerek uygarlıklarını, dinlerini ve miraslarını savundular. Bu mesele de bitmezdir. Bilim, düşünce ve kültür ile ilgili konuları okuyan (ve araştıran) insan genellikle zulmetmeye ve saldırmaya bir eğilimin varlığını bulacaktır. İslami alanların da bundan nasibi büyük oldu. Dönem dönem (buna maruz kaldılar). Ancak biz önemli bir konuya; bazı durumlarda tehlikeye yetişme konusuna işaret edeceğiz. Bunun da son derece (büyük) bir önemi vardır.”

“Tehlikeyi belirleyen kimse genellikle en üst sorumluluk durumunda olur. Tehlikeyi belirleyen kimse de bu tehlikenin nasıl bertaraf edileceğini belirlemek zorundadır. Bizler Allah’a hamdolsun Müslümanların geneli ve özellikle de mubarek Şia taifesi olarak hayatımızın düzeni bir piramide ve açık bir düşünsel zincir üzerine; Merceiyet’in adı ve varlığı üzerine kuruludur. Bu varlık da Hidayet Önderleri’nin (Hepsine selâm olsun) terbiyesinin ve attıkları temelin bir parçasıdır. Bu taifeye (inanca) bu önemli varlık aracılığıyla bir koruyucu ve dokunulmazlık vermişlerdir. Allah-u Teâlâ’ya hamdolsun merceiyet tarih boyunca bu tarihini pek güzel bir şekilde korumuştur. (Tarihin) birçok seviyesinde bazı tehlikelere yetişmiş, karşısına dikilip büyük bir duruş sergilemiş (ve bu) duruşla Allah-u Teâlâ’ya hamdolsun tehlikeler gitmiştir. Bunun tanığı (delili) çoktur.”

“Ama zihinlerde unutulmayan bazı (örneklerden) yardım alacağım. Bazı durumlarda İslam memleketleri ekonomik bir tehlike ile tehdit edilmişti. Sizin de bildiğiniz üzere ekonomik tehdit siyasi tehditten az değildir. Ekonomik tehdit ülke görünürde bağımsız olsa dahi ülkenin bağımsızlığına ve kararlarına etki edebilir.”

“Yaklaşık 160 yıl önce Müslümanlar bazı Britanyalı şirketler aracılığıyla ekonomilerinin ellerinden sökülüp alınması tehlikesine maruz kalmıştı. Bazı şirketler Tömbeki maddesinin tüm kontrolünü elinde tutmayı (ve böylece) İslam memleketlerinin ekonomisini tekellerinde bulundurmak istemişti. Hiç kuşku yok ki bu ümmet üzerinde tehlikeli bir tehdit oluşturuyordu. Müslümanlar siyasi otoriteyi; İslam memleketlerindeki tüm emekleri ve mallara en konmasını ve hepsini İslam’la hiçbir alakası olmayan bir tarafta toplanmasını sağlayan bu düşünceden caydırma (konusunda) aciz kaldı. Bu yüzden de barışçıl denemeler başladı. Ama bir fayda bulmadı. Bu yüzden de Müslümanlar sorunu çözmek üzere Merceiyet’e (O dönemde Merceiyet’in temsilcisi Samarra’da bulunan Seyyid Muhammed Hasan Şîrazî – Allah-u Teâlâ O’ndan razı olsun – idi) sığınmak zorunda kaldı. Merceiyet de defalarca denemelerde bulundu. Ta ki meşhur fetvasını yayınlayıp Müslümanlar’ın ekonomisini korumak amacıyla bu işi haram kılana kadar.Bilfiil fetva son derece etkili oldu ve siyasi yetki sahipleri düşüncelerinden caydı. Böylece fetva; ekonomik tehlike olsa dahi İslam memleketlerinin gerçek bir tehlike ile karşı karşıya kaldığını hissederse merciin uygulayacağı önemli gücü temsil etmiş oldu.”

“Irak’ın Osmanlı Devleti’nin işgali altında olduğu aşamaya intikal ediyoruz. O büyük güçler boğuştuğu ve Irak o güçlerin boğuşmasına sahne olduğu zaman yine Necef-i Eşref’teki ve Mukaddes Kerbelâ’daki alimler memleketin varlığını tehdit eden bir tehlike olduğunu hissettiler ve geniş çaplı o bilindik fetvalarını yayınladılar. Çünkü düşman ile savaşılması zorunluydu. Fetvaya Irak’ta yaşayanların kahir ekseriyeti icabet etti ve Allah-u Teâlâ’ya hamdolsun (umulan şey) gerçekleşti.”

(Not: Seyyid Safî burada 1914 yılında Irak’ta İngilizler ile Osmanlı Devleti arasında gerçekleşen savaştan bahsediyor. İngilizler Irak’ı işgal etmeye başladığı zaman Irak’ın Şii alimleri; kendi topraklarını işgal etmiş dahi olsa Osmanlılar Müslüman olduğu için Osmanlı Devleti ile birlikte ingilizlere karşı savaşılması gerektiğini belirten bir fetva yayınlamıştı. 1920’de de yine İngiliz işgaline karşı Necef’teki Şii alimleri (Merciiler) fetva yayınlamış ve Irak halkı çok basit imkanlarına rağmen İngilizler’i ağır bir bozguna uğratmıştı. Bu fetvanın ardından yaşananlara da Irak’ta “Yirmi Devrimi” deniyor. Editör)

“Bu dönemden sonra Müslümanlar tekrar tehdit altında oldu ve inançları ile kültür ve düşünce miraslarına uyumlu olmayan bazı düşünceler geldi. Yine barışçıl denemeler fayda etmedi. Bu yüzden de Necef’teki Merceiyet – Seyyid Hakîm’i (Allah O'ndan razı olsun) kastediyorum – meşhur fetvasını uygulamaya koydu ve o dönem (var olan) kızıl akımı durdurdu.”

“Bugün; Irak yıllardır gerçek güvenlik sorunları yaşıyordu. Siyasi sorumluluğu üstlenenlere hitaben bu güvenlik sorunlarını kökten çözmek zorundasınız diye mesajlar verilip işaretler verildi ve söylenen söylendi. Ancak kardeşler şiddetle üzülerek söylüyorum ki dikakt etmediler. Ta ki Irak’ın bazı şehirlerinin DAİŞ (DAEŞ,IŞİD) adında bir vahşi cuntanın eline düşmesine kadar. Bu cunta da gerçekten terör üzerine inşa edilmiş. Başkasını katledip onu ortadan kaldırmaktan başka hiçbir düşüncesi yok. Bilindiği gibi bu bölgede çalışmaya ve aktivitelerini yürütmeye başladı. Tehlike (o denli yakındı ki) Irak’ı silip süpürecek ve (başka yerlere) geçecekti. Böylece bu tehlikenin durdurulması için fetva yine Necef-i Eşref’teki Yüce Dini Merceiyet’ten geldi. (Fetva) eli silah tutan herkesi bu tehlikeyi engelleyecek ölçüde bu tehlikenin karşısında durmaya zorunlu kılıyordu. Allah-u Teâlâ’ya hamdolsun aziz kardeşlerimiz ve savaşçılar yerlerinden fırlayıp fırtına gibi estiler ve şu ana kadar rollerini yerine getirmeye devam ediyorlar. Bu tehlikeyi durdurdular ve inşa’Allah Irak ve bölge bundan bir daha geri dönmemek üzere kurtulacak.”

“Daha önce andığım şeye geri dönüyorum. Gerçekten de harcanan tüm emeklere rağmen tarihin konuştuğu zaman bu emeklere el koyup söylenen sözleri ve yapılanları yalan ve iftira ile başkalarına başkalarına mal ettiğini görüyoruz. Bu da biz mirasımızı belgelemeye özen göstermediğimiz içindi. Eğer mirasımızı belgelemeye özen göstermezsek doğal durum gereği bu miras kaybolacak; yani sahipsiz olacaktır. Çalınacak ve onunla ilgisi olmayan kimselere mal edilecektir. İnsanlar da yanlış bir şey üzerine yetişip büyüyecek ve mirasını araştırmak isteyen nesiller onu arasa da bulamayacak.”

“Irak global olarak sınıflandırılınca eski bir tarihe ve köklü bir mirasa sahip olmakla sınıflandırılmaktadır. Peki nerede mirasımız?! Tanık olan ve gözümüzle görüp izleyebileceğimiz elimizde ne var?? Bu tarihin çoğu çalındı ve başkalarına mal edildi. Irak şu anki geçmiş uygarlık ile uygarlık arasında boşluklar var iken şanlı geçmişten söz eder oldu. Tarihçi bile söz etmek isterken zorluk çekiyor. Örnek ve kanıt darlığı çekiyor. Vardığı sonuçlardan emin ama eninde sonunda kanıtlara ihtiyacı var. Neden? Çünkü bir ihmal hâli bir, aldırış etmezlik durumu veya ülkenin bazı faktörlere maruz kalması durumu vardı.”

“Sonuç olarak uygarlığın bir kısmı çalındı. Bu mesele ikinci bir kez daha yaşanmasın diye birçok münasebette belgelemenin zorunlu olduğunu vurguladık. Irak’ı ve Irak’tan başkasını koruyan bu mubarek fetva Necef-i Eşref’ten ve Yüce Dini Merceiyet tarafından yayınlandı. Ona ilk icabet edip müdafaa eden de Irak’ın evlatları oldu. DAİŞ (DAEŞ,IŞİD) tehlikesini önlemek için değer verdikleri ne varsa bu uğurda feda ettiler ve Allah-u Teâlâ’ya hamdolsun etmeye de devam ediyorlar. Bu hakikat mutlaka her zaman tarihe geçirilmelidir. Mutlaka konferanslar düzenlemeliyiz. Sadece hatırlatmak yeter mi ki?!! Bu konuyu desteklemek için konferanslar ve forumlar düzenlemek zorundayız. Çünkü tarihte bunun gibi fetvalar çok değildir.”

Evet; tehlikenin farknıa varan bir kimsenin olduğunu, merceiyetin tehlikeye yetişip vazifesini yerine getirdiğini ve Allah’a hamdolsun insanların da tehlikenin farkına varıp merciinin emrini ve fetvasını beklediğini söyledik. Bilfiil emri yerine getirdiler de. Bunlar tarihi gerçeklerdir. Eğer belgelenmezse çalınır. Eğer çalınırsa da bu başarılar onlara ehil olmayan başkalarına mal edilecektir. Tarihi okuyunuz; onda çokça hırsızlık vardır. Zeyd’in faziletini Amr’a (bizim tabirimizel Ahmed’in yaptığını Mehmet’e) gitmiş, Zeyd’in kötülüğü Amr’a yapıştırılmıştır. Kendi tarihini belgelemeyen insan başkasının onun tarihini belgelemesini beklemesin. Şimdi uygar dünyaya baktığımızda seksen yaşında ve seksen yaş üstünde kimselerin kendi ülkesini savunduğunu az görürüz. Tam bir bilinç ve farkındalik ile konuşan modern dünyada bu az gerçekleşir. Seksen iki, seksen üç ya da seksen yaşında birinin bunu yaptığına (ya) hiç rastlanmaz ya da çok azdır. Ancak şu anda Irak’ta bu rakamlar (onlarcası) normal hale geldi; bizi şaşırtmıyor. Yetmiş ile seksen yaş arasındakiler hiç söylemiyorum bile. Hiç kuşku yok ki bu bizim iftihar edeceğimiz bir tarihtir. Böylesi potansiyellerimiz olunca umudumuz vardır. Muzaffer olacağımıza dair umudumuz vardır. Hiç kuşku yok ki anneler için evlatları çok azizdir. Ama şehit olduğu anı öğrenince sanki onu düğüne yollamış gibi davranıyor.”

“Problem kardeşlerim; bizim bu değerleri belgelemeyen halklar olmamız. Tarihimize karşı basit davranıyoruz, elimizdekileri başkalarına ikram ediyoruz. Başkaları da elindekiyle bize karşı cömert davranmıyor. Belgelendirme meselesinde çok titiz olmak zorundayız. Bu savaşlar hakkında bir şeyler yazınız; yıllar sonra evlatlarımız bizimle (bunlar hakkında) konuşacaktır. Şimdi süt emen bebekler bizden tarihimizi isteyecektir. Şimdi süt emen bebek ülkesinin başına ne geldiğini bilmiyor. Beş evladını şehit veren bir babanın başkalarının şahadetini beklediğini bilmiyor. Ama bunları okursa hiç kuşku yok ki uğruna pak ve aziz kanların döküldüğü bu toprak ile iftihar edecektir. Peki biz belgelemezsek nereden bilecek? Belgeleme sadece kitap ile olmaz, her şey ile olur. Şehidin ve gazinin sahip olduğu şeyler ile olur. Onun kahramanlıklarını belgeleyen fotoğraflar olmazsa olmazdır. Gerçekten de medyamızın kusuru var. Ben medyayı destekliyorum ve seviyorum. Medyanın bu konuyu ülkeyi savunan tarafın kim olduğunu umursamadan önemli olan ülke savunması (diyerek) ön plana çıkarması gerekir. Medya sahibi kendi partisini tutmamalı, sadece kendi cemaatine (adamlarına) ışık tutmamalıdır. Bu doğru değildir. Çünkü bu emanettir, memleket sorumluluğudur. Gelecekte güvenilirliğimizi (inandırıcılığımızı) ispatlarken (bunlara) ihtiyacımız olacaktır.”

“Biz burdaydık diyebilmek için her kanıta ve her belgelendirmeye ihtiyacımız olacaktır. Çünkü tarihçi bir dönemden bahsederken nassa (metne) ihtiyaç duyar. Bazı durumlarda nassı bulamıyor. Sonuç olarak da bir şeye sahip olmayan insanın argümanı zayıf olur. Kardeşlerim belgeleme canlı bir tanıktır. Bizlerin iki hususta belgelemeye ihtiyacı vardır. Şimdi savaşan kahramanların yiğitliğini beyan etmek için ona ihtiyacımız var; öteki tarafın DAİŞ’çilerin (DAEŞ,IŞİD) ne kadar alçak ve aşağılık olduğunu ortaya koymak için da ona ihtiyacımız var. Şehitlerin Efendisi’nin (Allah'ın selâmı üzerine olsun) Kerîm Hanedânı ve Hz. Zeyneb’in (Allah'ın selâmı üzerine olsun) başarılı ve planlanmış hareketi ve gerek içeriği ile gerekse de şekli ile olsun Kufe’de de Şam’da da olan o belagatli hutbeler olmasa; işin o medya tarafı olmasaydı çok sayıda mesele bilinmez olarak kalırdı. Ancak Hz. Zeyneb’in (O'na selâm olsun) yaptığı Huseyn’in kim ve Yezid’in kim olduğunu beyan edişi medya yoluyla belgelemiştşir. Hz. İmam Zeynelâbidîn ile Pâk İmamlar’ın, Hz.Huseyn’in (Hepsine selâm olsun) ziyaretine yönelik teşvikleri de bir tür belgelemedir; bir yandan O’nun haklılığını öte yandan da karşı tarafın batıl oluşunu vurgulamaktadır. Bizler medya konusunda çok daha gelişilmiş zamanlarda yaşıyoruz. Hiç kuşku yok ki bunun sorumluluğu vardır.”

“Bizler bugün bu hatırayı (Irak’ı, halkını ve mukaddes değerlerini tekfirci DAİŞ (DAEŞ,IŞİD) teröristlerine karşı müdafaa fetvasının yayınlanmasının ikinci yıldönümü) kutluyoruz. Allah-u Teâlâ’dan üçüncü hatırada ülkenin; o pisliklerin tek bir kılının dahi olmadığı, Irak’ın ve Iraklılar’ın güvende ve Mukaddes Türbeler’in güven içinde olduğu bir halde olmasını niyaz ederiz.”
Okur yorumları
Yorum bulunmuyor
Yorum ekle
İsim:
Ülke:
E-posta:
Paylaş: