Hz.Zehra’nın (O'na selâm olsun) hutbesinden “Oruç”...

Hz. Fatıma Zehra (Allah'ın selâmı üzerine olsun) Efendimiz meşhur Fedek hutbesinde “Orucu da ihlâsı sabitleştirmek için (farz kıldı)...” buyurmaktadır.

Orucun farz kılınma sebebi kulların ihlâsının sabitlenmesi, yerli yerine oturması ve daimi olmasıdır. Ya da Müminlerin Emîri Hz. İmam Ali’nin (Allah'ın selâmı üzerine olsun) buyurduğu gibi: “Oruç yaratılanların ihlâsının sınanmasıdır (belâya tabi tutulmasıdır).” Yani oruç; yaratılanların Yaradan’a karşı ihlâsının (samimiyetinin, içtenliğinin) ve itaatinin sınanışıdır.” Namaz; kulluğun en öne çıkan rengi ve kulun Rabbi ile olan günlük hayattaki ilişkisini belirleyen bir yoldur. Oruç da namazdan daha az önemli değildir. Bağışladığı ulvî manâlar ve hayata dair üstün anlamlar açısından namazdan aşağı kalır yanı yoktur. Eğer namaz ibadetin ruhu ise oruç da ibadetin kalbidir. Ruh ve kalp manevi vergiyi elde etmede iki hayati öneme sahip unsurdur. İnsan varlığının yapısında birbirine yardımcı ve tamamlayıcı rol oynarlar. İslam’ın oruca verdiği en büyük değer Allah-u Teâlâ’nın şu buyruğunda namaz ile birlikte zikredilmesidir: “Sabır ve namazla yardım isteyiniz...” (Bakara 45, Kadri Çelik Meali) Müfessirler bu ayette geçen “sabr”ı oruç olarak da yorumlamışlardır.

Birileri “oruç hangi anlamda ihlasın ölçütü olabilir?” diye sorabilir. Buna her iki fırka arasında meşhur olan bir hadis cevap verecektir. Ebu Hureyre’den de naklolunan bu hadise göre Hz. Resûlullah (Allah O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) şöyle buyurmuştur: “Allah (Azze ve Celle) şöyle buyuruyor: “Ademoğlunun işlediği her amel onun içindir; oruç hariç. Onun karşılığını ben veririm.” Ve oruç kalkandır.” Evet, orucun iki yönü vardır. İlki dış yönü. Bu da yemekten içmekten ve diğer oruç bozan şeylerden kaçınmaktır. Bu orucun başkalarının bildiği yönüdür. Öteki yönü ise “bâtinî (iç)” yönüdür. Bu ise kulun Rabbi ile arasındadır. Dışarıdan bakanlar bunu göremez. Orucun işte bu yönü; insanın iç dünyasına dair olan bir şey olan ihlâsının sınanması ve bu manevi samimiyetinin yerli yerine oturmuş, sabit, sarsılmaz ve daimi olması içindir.

Bu anlamı Hz. İmam Sâdık’ın (O'na selâm olsun) şu hadisinde bulmaktayız: “Resûlullah (Allah O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) “Oruç kalkandır”demiştir. Yani dünyanın afetlerine karşı bir perde ve ahret azabına karşı bir örtüdür. Oruç tuttuğun vakit orucunla nefsi şehvetlerden (dünyevî isteklerden) alıkoy, şeytanların düşüncelerinden (aklını uzak tutmaya) azmet ve nefsini hastaların konumuna indir. Canın (tıpkı hastalar gibi) ne bir şey yemeyi ne de bir şey içmeyi çeksin; her an günahların hastalığından şifa bulabilmeyi bekle. Batınını da Allah-u Teâlâ’nın vechine (dinine) halis olan şeylerden seni koparan kederden, gafletten ve zulümden (karanlıktan) arındır. Resûlullah (Allah O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) “Allah-u Teâlâ “Oruç benimdir ve onun ödülünü ben veririm...” buyurdu”...”

Oruç nefsin arzularını ve tamah şehvetini öldürür. Onda kalb için bir safâ (duruluk, berraklık), organlar için paklık, zahirin ve bâtının mamur oluşu, nimetler için şükür ve fakirlere ihsanda bulunma vardır. Allah-u Teâlâ’ya daha çok yakarma, huşû, ağlama ve Allah-u Teâlâ’ya daha çok sığınmaya sebep olur. Kişinin aşağılık ve dünyevî işler yapmaya yönelik azmini kırar; hesabının hafiflemesine ve sevaplarının kat kat çoğalmasına sebep olur. Bunun yanı sıra sayılamayacak kadar faydası vardır. Aklını kullanmaya muvaffak olan kimse için bu saydıklarımız yeterlidir.
Okur yorumları
Yorum bulunmuyor
Yorum ekle
İsim:
Ülke:
E-posta:
Paylaş: