Hıristiyan rahip ve Hz. İmam Huseyn’in (O'na selâm olsun) mubarek başının öyküsü…

Hz.İmam Huseyn (O'na selâm olsun) Aşura günü şehîd olduktan sonra Yezid’in askerleri Hz.İmam’ın (O'na selâm olsun) mubarek başını ve diğer şehitlerin başlarını mızrakların başına taktı. Böylece Hz. İmam Huseyn’in (O'na selâm olsun) mukaddes başının Muharrem-i Harâm ayının onuncu gününde Kerbelâ çölünde başlayan ve yirmi safer gününde esirler kervanının Kerbelâ’ya dönüşü sonrası sona eren uzun yolculuğu başlamış oldu…

Rivayetlerin anlattığına göre Hz.İmam Huseyn’in (O'na selâm olsun) hane halkının yetimler ve şehitlerin dul kalmış hanımlarından oluşan esirler kervanı Şam’a doğru zorla götürüldükleri yolculuk boyunca birçok yere uğradı. Bunlardan biri de bir Hıristiyan rahibin manastırıydı. Hz. İmam’ın (O'na selâm olsun) mubarek başını uzun bir mızrağın ucuna takıp manastırın yanında yere diktiler. Gece karanlığı çökmeye başlayınca yıldırım gürültüsüne benzer bir ses ve tesbihat (zikirler) işitmeye başladı.

Duyduğu seslerin etkisiyle başını kaldırıp mızrağın ucuna bakan rahip; mukaddes baştan göğün karnına doğru yükselen bir nurun yükseldiğini gördü. Semâdan (manevi âlemden) bir kapı açılmış, melekler bölük bölük iniyorlar ve “Esselâmu Aleyke ya Eba Abdillah, Esselâmu aleyke yebne Resûlillah /Selâm olsun Sana ey Abdullah’ın Babası, Selâm olsun Sana Ey Resûlullah’ın evlâdı” diyorlardı.

Bunun üzerine rahibi büyük bir ürperti kapladı. Askerlere “Sizinle birlikte olan şey ne?” diye sordu. “Bir haricînin başı. Irak topraklarında isyan etti, Ubeydullah b. Ziyad da Onu öldürdü” dediler. “Adı ne?” diye sordu. “Ali’nin oğlu Huseyn” dediler. Rahip “Peygamberinizin kızı Fatıma'nın ve Peygamberinizin amcaoğlunun oğlu mu?” diye sordu. “Evet” dediler. Bunun üzerine “Lanet ve perişanlık gelsin size!! Allah’a yemin olsun ki Meryem oğlu İsa’nin bir oğlu olsaydı onu göz bebeğimizde taşırdık; siz ise Peygamberinizin kızının oğlunu öldürdünüz!” dedi. Sonra da “Şu adam öldürülünce gökten ham (taze) kan yağacağını söyleyen haberler (anlatılanlar) doğruymuş!” dedi. Ardından da sözüne şöyle devam etti: “Bu da ancak bir Peygamber’in ya da Peygamber’in vasîsinin katledilmesi ile olur.”

Sonra da o topluluğa “Sizinle bir işim var” dedi. “Neymiş o?” dediler. “Başınızdakine on bin dirhemim var, atalarımdan miras olduğunu söyleyin. Onu alsın, başı bana versin ve gidinceye kadar (baş) bende dursun. Gideceği zaman ona geri veririm.” Ömer b. Sâd onayladı. Rahip de başı aldı ve onlara dirhemleri verdi. Sonra da baş yıkayıp temizledi, ona güzel kokular sürdü, onu kendi odasına alıp ipekler arasına koydu. Sonra ağlayıp inlemeye başladı. Şöyle diyordu: “Ey mubarek baş, konuş benimle; Allah’ın senin üzerindeki hakkı için!” Bunun üzerine baş konuştu ve “Benden ne istiyorsun?” dedi. “Kimsin sen?” diye sordu. Bunun üzerine şöyle buyurdu: “Ben Muhammed-i Mustafa’nın (Seçilmiş Muhammed’in) oğluyum. Ben Aliyy-i Murtaza’nın (Razı olunmuş Ali’nin) oğluyum. Ben Fatıma-tuz-Zehra’nın (Parıl parıl parlayan Fatıma’nın) oğluyum. Ben Kerbelâ’da katlolunanım. Ben herkesin ortasında gurbette, susuz kalmış olanım.” Bunu duyan rahip şiddetli bir şekilde ağlamaya başladı ve “Efendim; Allah’a yemin olsun ki senin önünde (savaşıp) katledilen ilk kişi olmamak bana çok ağır geliyor!” demeye başladı. Onlar çağırıncaya kadar ağladıkça ağladı… Onlar başı geri isteyince şöyle dedi: “ey baş; Allah’a yemin olsun ki canımdan başka hiçbir şeyim yok! Yarın olduğunda Deden Muhammed’in huzurunda benim için şahitlik yap. Ben şahadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve Muhammed O’nun kulu ve Resûlüdür! Senin elinle müslüman oldum ve sana köleyim (hizmetkârınım).”

Ömer b. Sâd Şam’a yaklaşınca dostlarına seslenip “İnin!” dedi. Cariyesinden de rahibin verdiği paralarla dolu keseleri istedi. Sonra keselerin açılmasını emretti. Baktıklarında dirhemlerin hepsinin kilden yapılmış sikkelere dönüştüğünü gördüler. Sikkelerin bir tarafında “Allah'ı sakın zulmedenlerin yapmakta olduklarından habersiz sanma!...” (İbrahim 42) ve diğer tarafında da “Zulmetmekte olanlar, nasıl bir devriliş ile devrileceklerini anlayacaklardır…” (Şuara 227) yazıyordu. Bunu görünce “İnna lillah ve inna ileyhi raciun (Şüphesiz Allah’a aitiz ve O’na geri döndürüleceğiz). Dünyayı da kaybettim, ahreti de” dedi.

Esirler kervanının çileli yolculuğunun güzergâhı üzerine...

Kufe’ye varıldıktan sonra Ubeydullah b. Ziyad Şimr b. Zilcevşen, Şibis b. Reb’i ve Amr b. Haccac’ı çağırtmış ve yanlarına bin süvari verip esir hanımları ve başları Şam’a ulaştırmasını emretmişti. Risalet hanedânının hanımlarının Kerbelâ’da başlayan esaret yolculuğu önce güneye Kufe’ye devam etmiş ardından da Kadisiyye’ye, sonra Tikrit’e, ardından Musul’a, sonra batıya Sincar Dağı’nın yakınlarına, akabinde Kuzey Suriye’de yer alan Cezîre (Ada) bölgesine, Halep’e, Hama’ya, Lübnan’daki Baalbek’e devam etmiş ve son olarak da Suriye’deki Dımeşk’te (Şam’da) son bulmuştu...
Okur yorumları
Yorum bulunmuyor
Yorum ekle
İsim:
Ülke:
E-posta:
Paylaş: