Nebevî hicretin altıncı yılında Hz.İmam Ali ile Hz. Fatıma Zehrâ’nın (Allah'ın selâmı üzerlerine olsun) pâk yuvası büyük bir sevinç ve mutlulukla üçüncü bebeklerine hoşgeldin dedi. Müminlerin Emîri ile Âlemlerin Hanımlarının Seyyidesi’nin (Allah'ın selâmı üzerlerine olsun) üçüncü evlâdı dünyaya gelmişti.
Hz. Zeyneb-i Kubrâ (Allah'ın selâmı üzerine olsun) pâklığın ve kutsiyetin yuvasında dünyaya gözlerini açtığında Cemâziyelevvel ayının beşinci günüydü. Annesi Âlemlerin Hanımlarının Seyyidesi, ilahi sırrın emanetçisi, Resûlullah’ın (Allah-u Teâlâ O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) ciğerparesi Masum Hz. Fatıma Zehra (Allah'ın selâmı üzerine olsun) idi. Kainatın Efendisi Hz. Resûlullah’ın (Allah-u Teâlâ O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) himayesinde bir yuvadaydı. Babası Müminlerin Emîri Hz. İmam Ali, Resûlullah’tan (Allah-u Teâlâ Onlar’a ve Pâk Ehlibeytleri'ne salât etsin) sonra yaratılmışların en hayırlısı; ağabeyleri Hz. İmam Hasan ile Hz.İmam Huseyn (Allah'ın selâmı üzerine olsun) de Cennet gençlerinin efendileri idi. Öyle bir evdeydi ki; Âlemlerin Rabbi, ilahi vahyi emanetçisi Hz. Cebrail’e (O'na selâm olsun) o yuvanın sakinlerine hizmetkâr olmasını emretmişti.
Mubarek isminin konması…
Âlemlerin Seyyidesi Hz.Fatıma Zehrâ (Allah'ın selâmı üzerine olsun) onu doğurmuş, birkaç gün geçmişti. Ama yeni doğmuş o nur dolu bebeğin ismi hala verilmemişti. Annelerin Efendisi; Efendiler Hanedânı’nın Babası’ndan yeni doğmuş yavrularına isim vermesini istedi. Müminlerin Emîri (Allah'ın selâmı üzerine olsun) “Resûlullah’tan önce davrananlardan/önüne geçenlerden olmadım” dedi. Resûlullah (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât etsin) sefere çıkmıştı. Dönmesini beklediler. Fahr-i Kâinat (Allah-u Teâlâ O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) Medine’ye teşrif etmişti. “Nefsimdir” buyurdukları Müminlerin Emîri (O'na selâm olsun) aynı talebi kendilerine ilettiği zaman söylediğinin benzeri bir cevap almıştı: “Pek yüce Rabbimden önce davrananlardan olmadım”. Bunun üzerine Hz. Cebrail (O'na selâm olsun) indi ve Efendimiz’e Allah-u Teâlâ katından gelen selamı ilettikten sonra şöyle dedi: “Yeni doğan kızın adını Zeyneb koy.Allah-u Teâlâ onun için bu ismi seçmiştir” Sonra da Hz.Zeyneb-i Kubra’nın (Allah'ın selâmı üzerine olsun) başına gelecek musibetlerden Kainatın Efendisi’ni (Allah-u Teâlâ O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) haberdar etti. Bunun üzerine Efendimiz (Allah-u Teâlâ O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) şöyle buyurdu:
“Bu kızın musibetlerine ağlayan, kardeşleri Hasan ve Huseyn’in musibetlerine ağlamış gibidir…”
Sonra O (Allah-u Teâlâ O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) da evdekiler de gözyaşlarına boğuldu…
Hz. Peygamber Efendimiz (Allah-u Teâlâ O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) kız torununun başına gelecek olan o yükü dağlardan ağır musibetleri biliyordu. Havvâ kızlarından hiçbir hanımefendi O’nun imtihan olduğu zorluklar ile yüzleşmeyecekti. Şaşılacak bir şey de yoktu aslında. O Hz. Peygamber’in (Allah-u Teâlâ O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) bir ciğerpâresiydi, Babası O’nun ilminin şehrinin kapısıydı. Doğal olarak Hz. Resûlullah (Allah-u Teâlâ O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) O’nu hüzünlerine ve acılarına ortak edecekti.
Nebevî Hanedânın sâdık ve ihlaslı takipçisi Selmân-ı Muhammedî; yeni doğan mubarek evlâdı için tebrik etmek üzere Müminlerin Emîri’ne (O'na selâm olsun) gitti. Onu hüzünlü ve kederli buldu. Yeni doğan kızınının yaşayacağı kan ağlatan ve yürek parçalayan facialardan söz edip duyduğu acıyı ve üzüntüyü onunla paylaştı.
Zeyneb isminin anlamı üzerine…
Bu konuda iki görüş vardır: İlki Firûzâbâdî’nin ”Tacul arus fî cevâhiril Kamûs” kitabında “Ba Babı Zay Faslı”nde (26/3) geçen görüştür: “Zeyneb kökü “Zeyn” ve “Eb”den türemiş olup çokça kullanılmasında dolayı (Eb’in) elifi hazfedilmiş ve “Zeyneb” ismi olmuştur.
İkinci görüş ise şudur: Bileşik değil yalın addır. Arapların bir bitkiye ya da bir çiçeğe verdiği bir isimdir. Güzel görünümlü, hoş kokulu bir ağaçtır. Kadına verilen bir isimdir. “Evs” kitabında şöyle geçmiştir:
“Zeyneb: Nergisgiller familyasından bir otsu ve soğansı bitki. Güzel görünümlü, beyaz renkli ve kokusu çok yayılan çiçekleri vardır.”
Hz. Zeyneb’in (Allah'ın selâmı üzerine olsun) künyesi “Ümmü Külsüm” ve “Ümmül Hasen”dir. Ayrıca çok sayıda yazar, müellif ve hatip Hz. Zeyneb-i Kubra’dan (Allah'ın selâmı üzerine olsun) “Akîle” diye söz etmiştir. Bu bir sıfattır ve onun bir ismi değildir. Akîle sözcüğünün birçok anlamı vardır. “Saygıdeğer, çok değerli ve iffetli kadın” bunlardandır. En meşhur künyesi ise “Ümmül Mesâîb/ Musibetler Anası”dır. Bu da Dedesi Hz.Peygamber Efendimiz’in (Allah-u Teâlâ O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) şahadeti sonrası yaşadığı birbirinden acı ve ağır musibetlere atıfta bulunmaktadır. Dedesi’nden (Allah-u Teâlâ O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) kısa bir süre sonra Annesi Hz. Fatıma Zehrâ (Allah'ın selâmı üzerine olsun) şehîd olmuş; daha sonra Babası Müminlerin Emîri (Allah'ın selâmı üzerine olsun) katledilmiş, ardından da Ağabeyi Hz. İmam Hasan-ı Muctebâ (Allah'ın selâmı üzerine olsun) zehirlenmiştir. Musibetlerin en büyüğünü Kerbelâ’da, Ağabeyi Hz. İmam Huseyn’in (Allah'ın selâmı üzerine olsun) şahadeti ile yaşamıştır. O faciada diğer kardeşleri ile oğulları Avn ve Muhammed şehîd olmuş; ardından esir edilip prangalara vurularak Kerbelâ’dan Şam’a, oradan da Kûfe’ye kadar şehir şehir gezdirilmiştir.
Hz.Zeyneb-i Kubra’nın (Allah'ın selâmı üzerine olsun) en bariz faziletlerinden ve ahlâki kemallerinden biri de dünyevîliklere karşı gösterdikleri zahitliktir. Tıpkı dünyayı bir daha geri dönüş olmaksızın boşayan babası gibi dünyanın süslerini ve şatafatını arkasında bırakmış ve annesi Âlemlerin Seyyidesi Hz. Zehra (Allah'ın selâmı üzerine olsun) ile Dedesi Hz. Resûlullah’ın (Allah-u Teâlâ O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) izinden gitmiştir.Tarihçiler O’nun zahitliğien dair birçok husustan söz etmiş; evinde hurma ağacının yapraklarından yapılmış bir hasır ile koyun postunun dışında başka bir şeye sahip olmadığını, deve kılından yapılmış bir örtü giydiğini, buğdayı kendi eliyle öğüttüğünü ve yarınına hiçbir şeyi saklamadığını nakletmişlerdir. Hz. İmam Zeynelabidîn (Allah'ın selâmı üzerine olsun) rivayet ettiğine göre Hz. Zeyneb-i Kubra, Hz. İmam Huseyn’in (Allah'ın selâmı üzerlerine olsun) Kerbelâ’da şehid olacağını biliyordu. Çünkü Babası Müminlerin Emîri (Allah'ın selâmı üzerine olsun) O’na bildirmişti. Ancak Hz. Zeyneb-i Kubra, Ağabeyi’nin (Allah'ın selâmı üzerlerine olsun) ve kendinin yaşayacağı musibetleri, esareti ve acıları bile bile gitmek istemişti. Çünkü bununla Allah-u Teâlâ’nın dinine hizmet edeceğini öğrenmişti.
Nitekim Hz. Zeyneb-i Kubra’nın (Allah'ın selâmı üzerine olsun) Kerbelâ olayında mukaddes bir görevi, yüce bir sorumluluğu ve özel bir yeri vardı. Ağabeyi Hz. Huseyn’in (Allah'ın selâmı üzerine olsun) hallerini çok yakından takip ediyor, O’nunla konuşuyor ve hanımlar ile çocukların işleri ile ilgileniyordu. Bir düzine adamın altından kalkabileceği işleri Hz. Zeyneb (Allah'ın selâmı üzerine olsun) tek başına yapıyordu. Hz. İmam Zeynelabidîn’e (Allah'ın selâmı üzerine olsun) hemşirelik yapıyor ve birçok yerde onu savunuyordu. Ayrıca Ubeydullah b. Ziyad ile yaptığı konuşmada onu yerin dibine sokmuş; o melun da söyleyecek söz bulamadığı için şiddete başvurmuştu. Hz. Zeyneb-i Kubrâ (Allah'ın selâmı üzerine olsun) aynı zamanda Hz. İmam Huseyn’in (Allah'ın selâmı üzerine olsun) kızı Fatıma’nın sığınağıydı. Şamlı bir adam Yezid’e “Bu cariyeyi bana bağışla” dediğinde Hz. Zeyneb (Allah'ın selâmı üzerine olsun) adeta bir arslan gibi atılmış ve öne sürdüğü argümanlarla hem Yezid’I rezil etmiş hem de minik Fatıma’yı kurtarmıştı.