Receb-i Şerîf ayının on beşinci günü: Seyyide Zeyneb’in (O'na selâm olsun) vefât yıldönümü…

Receb-i Şerîf’in on beşinci günü; İslam ümmetinin, Ehlibeyt (Allah'ın selâmı hepsine olsun) aşıklarının hüzünlerinin tazelendiği bir gün. Çünkü bu günde Hâşimoğullarının “Akîle”si (hanımefendisi, modern dil ile “leydi”si) Sıddîka-yı Suğra (Küçük Sıddîka) Hz. Zeyneb-i Kubra’nın (O'na selâm olsun) bu âlemden göçmüştür. Araştırmacılar arasında Hz. Zeyneb-i Kubra’nın (Allah'ın selâmı üzerine olsun) vefât senesi hakkında bir görüş ayrılığı vardır. Çok sayıda araştırmacı bu yılın H. 62 senesi olduğu görüşünü tercih etse de; bu acı dolu hadisenin H. 65 senesinde yaşandığını söyleyen başka tarihçiler de yok değildir.

İlmi Babası’ndan ve Ağabeyleri’nden almış; Hz. İmam Ali’nin (Allah'ın selâmı üzerine olsun) pâk yuvasında yetişmiştir. Muhammedî Hanedân Ehlibeyt’in (Allah'ın selâmı hepsine olsun) ikinci en büyük hanımefendisidir. Mubarek hayatı; sahip olduğu kutsiyetten, celâlden, yücelikten ve maneviyatından bahseden faziletlere dolup taşmıştır. Kişiliği yüceliş ve yükseliş için gereken nitelikler, potansiyeller ve yeteneklerle doludur. Hadislerde de geçtiği gibi O; “Âlime-i gayr-i mualleme” yani ona öğreten olmadan bilen ve “Fahime-i gayr-i mufehheme” yani ona anlatan olmadan anlayan hanımdır. (Yani Allah-u Teâlâ O’na kendi katından özel ilim bağışlamıştır.)

Fasih konuşması, zahitliği ve ibadeti ile Babası Müminlerin Emîri ve Annesi Hz. Zehrâ’nın (Allah'ın selâmı üzerlerine olsun) örneğiydi. Birbirinden güzel sıfatlar, övülmüş huylar, pâk faziletler ve yüce bir ahlâk ile nitelenmiş ve tıpkı Dedesi Hz. Resûlullah ile Ehlibeyti (Allah-u Teâlâ O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) gibi çokça gece namazı kılması ile tanınmıştır. Hz. İmam Zeynelabidîn’den (O'na selâm olsun) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “On birinci gece (Aşûra faciasının yaşanması sonrası ilk gece) dışında Halamı hiç oturarak gece namazı kılarken görmedim.” Yani Hz. Zeyneb-i Kubra (Allah'ın selâmı üzerine olsun) o âlemin benzerine rastlamadığı facianın taptaze olduğu o gecede bile; müstehap bir ibadet olan gece namazını terketmedi. Hz. İmam Huseyn (O'na selâm olsun) Aşûra günü son defa ailesi ile ve O’nunla vedâlaşınca şöyle buyurmuştu: “Bacım; beni gece nafilesinde (gece namazında) unutma.”

Hz. Zeyneb-i Kubra’nın (Allah'ın selâmı üzerine olsun) Taff Vakıası’nda (Kerbelâ Olayı’nda) yaşanan tüm olay ve durumlarda ön plana çıkan bir konumu vardı. Bir yandan hasta yeğeni Hz. İmam Zeynelabidîn’e (O'na selâm olsun) hemşirelik yaparken bir yandan da Ağabeyi Hz. İmam Huseyn’in (O'na selâm olsun) hallerini takip ediyor ve O’nunla konuşup yaşanan olaylar hakkında sorular soruyordu. Aşûra faciası sonrasında ailenin, dulların, yetimlerin ve yaslı annelerin işlerini de o idare etti. Ayrıca Hz. İmam Zeynelabidîn’i (Allah'ın selâmı üzerine olsun) katletmeye yeltendiğinde yeğenini İbn-i Ziyâd denen meluna karşı savunup yaptığı konuşma ile onu yerin dibine soktu. Yezid denen alçağın sarayında iken Şamlı bir adam Hz. İmam Huseyn’in kızı küçük Fatıma’yı (Allah'ın selâmı üzerlerine olsun) cariye edinmek isteyince kızcağız hemen Hz. Zeyneb’in (Allah'ın selâmı üzerine olsun) eteklerine yapıştı. Hz. Zeyneb (Allah'ın selâmı üzerine olsun) de babasından miras aldığı uzdillikle benzersiz bir konuşma yapıp Yezid’i kendi sarayında rezil etti ve Hz. İmam Huseyn’in (Allah'ın selâmı üzerine olsun) yavrusunu kurtardı.

O’na “Ümmül Mesâ’ib/Musibetler Anası” denmiştir. Doğrusu böyle adlandırılması da haktır. Çünkü şahit olunabilecek en büyük musibetlere tanıklık etmiştir. Dedesi Hz. Resûlullah’ın, Annesi Hz. Fatıma’nın, Babası Müminlerin Emîri Hz. İmam Ali’nin, Ağabeyi Hz. İmam Hasan’ın (Allah-u Teâlâ hepsine salât etsin) şehid oluşlarını görmüştur. Bir günde Ağabeyi Hz. İmam Huseyn’in (Allah'ın selâmı üzerine olsun), kardeşi Hz.Ebulfazl Abbas’ın (Allah'ın selâmı üzerine olsun), iki oğlu Avn ile Muhammed’in, yeğenlerinin, yakınlarının ve Hz.İmam Huseyn’in can dostlarının (Allah'ın selâmı hepsine olsun) şehid edildiği Aşûra Faciası’na baştan sona dek şahitlik etmiştir. Musibetler bununla bitmemiş; esir edilip Kerbelâ’dan Kûfe’ye götürülüp ve İbn-i Ziyad denen rezilin meclisine çıkarılmıştır. O soysuz tam da kendine yaraşan alçaklıkla davranıp en sert ve en can yakıcı sözlerle ona hitap etmiştir. Musibet bununla bitmemiş, esaret yolculuğu Kûfe’den Şam’a kadar devam etmiştir. Şehir şehir gezdirildiği bu esaret boyunca gözlerini kaldırdığında ağabeyi, kardeşi, evlatları ve yakınlarının mızraklara takılı başlarını görüyor; etrafına baktığında ise kırbaçların gölgesi altında, prangalara vurulmuş bir halde, hastalıktan bitâp düşmüş yeğeni Hz. İmam Zeynelabidîn (Allah'ın selâmı üzerine olsun) ile Hz. Resûlullah’ın (Allah-u Teâlâ O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) yetim torunları ve dul kalmış gelinlerini görüyordu. Bu acıları zehirden bile daha acı olan yolculuk; ciğer yiyen kadın Hind’in torunu Yezid’in sarayına girinceye dek sürdü…

Doğduğu günde, Rabbi’ne ruhunu teslim ettiği günde ve yeniden diriltilip düşmanlarından ilahî intikamın alınacağı günde; Resûlullah’ın (Allah-u Teâlâ O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) evlâdı, Ali’nin ve Fatıma’nın kızı, Hasan ve Huseyn ile Abbas’ın bacısı, (Hepsine selâm olsun) Sabrın Dağı, Musibetlerin Anası, Kerbelâ’nın Kahramanı, Haşimoğullarının Akîle’si ve Hz. İmam Huseyn’in (O'na selâm olsun) Hz.Zeyneb-i Kubra’ya selâm olsun!
Okur yorumları
Yorum bulunmuyor
Yorum ekle
İsim:
Ülke:
E-posta:
Paylaş: