Receb-i Asabb ayının on beşinci gün: Huseynî devrimin dili Hz. Zeyneb’in (O'na selâm olsun) vefâtı hatırasında hüzünler tazeleniyor…

Receb-i “Asabb” ayının (hayırların oluk oluk döküldüğü Recep ayının) on beşinci gününe saatler kaldı. Bu günde Ehlibeyt (Allah'ın selâmı hepsine olsun) dostları için hüzün ve acı dolu bir hatıra yaşanmıştır: Hüzünlerin Kâbesi, Musibetler Anası, Sabır Dağı, Haşimoğulları’nın Akîle’si (bugünkü tabiri ile “Leydi”si) ve Huseynî Devrimin Konuşan Dili Hz.Zeyneb-i Kubrâ (Allah'ın selâmı üzerine olsun) işte bu günde vefât etmiştir.

Hz.Zeyneb-i Kubrâ (O'na selâm olsun) hadislerde de geçtiği gibi O; “Âlime-i gayr-i mualleme” yani ona öğreten olmadan bilen ve “Fahime-i gayr-i mufehheme” yani ona anlatan olmadan anlayan bir hanımefendidir. (Yani Allah-u Teâlâ O’na kendi katından özel ilim bağışlamıştır.) Hz. Zeyneb-i Kubrâ (Allah'ın selâmı üzerine olsun) muazzam aklı ve pek isabetli görüşlerinin yanı sıra uzdilliği ile de ön plana çıkmıştır. Birçok oturumda uzdilliği ve ibadeti ile Babası Müminlerin Emîri’ne ve Annesi Hz. Zehrâ’ya (Allah'ın selâmı üzerlerine olsun) benzetilmiştir. Çok sayıda güzel sıfat, üstün nitelik, övülen huy, uğurlu haslet, açıkça görülen iftihar kaynakları ve pâk faziletler ile dolu bir şahsiyet olan Hz. Zeyneb-i Kubrâ (Allah'ın selâmı üzerine olsun) ilmini babası ve ağabeylerinden almıştır. Müminlerin Emîri Hz.İmam Ali ile Âlemlerin Seyyidesi Hz. Fatıma Zehrâ’nın (Allah'ın selâmı üzerlerine olsun) mubarek yuvasında doğup yetişen Hz. Zeyneb-i Kubrâ, Annesi Hz.Fatıma Zehrâ’dan(Allah'ın selâmı üzerlerine olsun); Muhammedî Hanedân Ehlibeyt’in (Allah'ın selâmı hepsine olsun) ikinci en büyük hanımefendisidir. Hayatı dalga dalga faziletler, saygın nitelikler ve yüce huylarla doludur.Mubarek şahsiyeti yücelik, kutsiyet ve maneviyat ile dopdoludur. Nurlu nefsinde; Allah-u Teâlâ’ya kulluk yolculuğunda yükseliş için gereken tüm bileşenler, potansiyeller ve manevi liyakat çok yoğun bir halde mevcut olmuştur.

Devrimin Konuşan Dili Hz. Zeyneb (O'na selâm olsun)...

Hz.İmam Huseyn (O'na selâm olsun) düşmanlarının insanları aldatma ve dezenformasyon yapmaya yönelik benimsediği yamuk yumuk yöntemleri ve tuzakları iyi biliyordu. Onların O’nu (Allah'ın selâmı üzerine olsun) öldürdükten sonra mukaddes devrimini karalamak için girişimlerde bulunacaklarını biliyordu. Hz.İmam (O'na selâm olsun) da Emevî devletinin sapkın medyasına karşı bir devrim medyası meydana getirdi. Bu yüzden de Hz.İmam (O'na selâm olsun) attığı her adımda bacısı Hz.Zeyneb’in (O'na selâm olsun) gözlerinin önünde devrimin hedeflerine açıklık getiriyor, Emevîlerin sapkınlık ve yozluklarını açığa çıkarıyor ve Müslümanların boynunda Emevilere karşı durmalarını ger ektiren sorumluluğa vurguda bulunuyordu. Medîne-i Münevvere’den çıkıp hacılar ile bir araya geldiğinden beri buna başladı.

Irak’a olan yolculuğunda da, Kerbelâ toprağında da, hatta (O'na selâm olsun) müşerref ömrünün son anlarında dahi bir an olsun Emevîlerin medya planını başarısızlığa uğratmaktan ve mukaddes devriminin hedeflerini aktarmaktan boş durmadı. Devrimin medyasının Taff Vakıası’ndan (Kerbelâ olayından) sonraki önemi, devrimin kendisinin öneminden geri kalır bir yanı olmadığı için de Havrâ’yı – Hz.Zeyneb’i (O'na selâm olsun) - seçti. Çünkü Hz.İmam Huseyn’in (O'na selâm olsun) cihâd yolculuğuna o eşlik etmişti ve Hikmet ile Belâgatin Efendisi’nin (O'na selâm olsun) ektiği tohumdu. Öyleyse mutlaka devrimin dili Hz.Zeyneb-i Kubrâ (Allah'ın selâmı üzerine olsun) olmalıydı.



Hz.Zeyneb, Müminlerin Emîri’nin (Onlar’a selâm olsun) diliyle konuşuyor...

En zorlu şartlarda, azgın zalimlerin gölgesinin altında Hz. Zeyneb (O'na selâm olsun) tam bir cesaret timsaliydi. Karanlık perdeleri yırtıp geçen bir basiret dili ile konuşuyor; gürül gürül akan hikmet ve belâgat pınarlarından ibaret olan sözleri ile düşmanları utanca boğuyor ve Huseynî devrimin gemisini izzet ve ölümsüzlük toprağına yanaştırıyordu. İşte bunun yaşandığı ve tarihin de kaydettiği olaylardan biri de Hz.Zeyneb’in (O'na selâm olsun) Yezid’in sarayındaki toplantıda konuşmasıydı. Şöyle buyurmuştu:

“Yeryüzündeki diyarları ve gökyüzünün ufuklarını bize dar edip esirler gibi sürülür hale getirince bunun; Allah’tan bize bir aşağılama, sana da bir üstünlük ve Allah katında büyük hatırın bulunduğundan dolayı olduğunu mu sandın ey Yezîd?! Bu yüzden de dünyayı önünde toplanmış, işleri önünde derlenip toparlanmış ve mülkümüzü, saltanatımızı tümüyle senin eline verilmiş görünce sevinçle ve neşe ile burnunu yukarı kaldırıyor ve (yüzünü çevirip kibirle) yanına mı bakıyorsun? Hele bir bekle bakalım, hele bir bekle. (Arapça’da “Hele bir mühlet bekle bakalım” gibi bir anlama gelen bir deyim kullanılıyor. Editör) Yüce Allah’ın şu buyruğunu unuttun mu: ‘Küfre sapanlar, kendilerine vermiş olduğumuz mühletin sakın kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz onlara ancak, günahları çoğalsın diye mühlet veriyoruz. Küçültücü azap onlaradır.’”

“Öyleyse elinden gelen her türlü çabayı harca, var gücünle uğraş didin; Allah’a yemin olsun ki; ne bizim anılmamızı ortadan kaldırabilecek, ne vahyimizi öldürebilecek ne de bunun utancını üzerinden atabileceksin! Görüşün ancak ve ancak çürütülecektir, günlerin de kesinkes sayılıdırı; Nida edecek olan kimse ‘Allah’ın laneti zalimlerin üzerine değil midir?’ diye nida ettiği gün de etrafına topladıkların kuşkusuz yok edilecektir.”

Vefâtı

Tarihçiler Hz.Zeyneb-i Kubrâ’nın (O'na selâm olsun) vefât senesi konusunda farklı görüştedirler. Ancak araştırmacılar arasında tercih edilen görüş; Hz.Zeyneb-i Kubrâ’nın (Allah'ın selâmı üzerine olsun) H. 62 senesinde vefât etmiş olduğudur. Ancak bununla birlikte başkaları da Hz.Zeyneb-i Kubrâ’nın (Allah'ın selâmı üzerine olsun) H.65 senesinde vefât ettiğini söylemişlerdir.

O’na “Ümmül Mesâ’ib/Musibetler Anası” denmiştir. Doğrusu böyle adlandırılması da haktır. Çünkü şahit olunabilecek en büyük musibetlere tanıklık etmiştir. Dedesi Hz. Resûlullah’ın, Annesi Hz. Fatıma’nın, Babası Müminlerin Emîri Hz. İmam Ali’nin, Ağabeyi Hz. İmam Hasan’ın (Allah-u Teâlâ hepsine salât etsin) şehid oluşlarını görmüştur. Bir günde Ağabeyi Hz. İmam Huseyn’in (Allah'ın selâmı üzerine olsun), kardeşi Hz.Ebulfazl Abbas’ın (Allah'ın selâmı üzerine olsun), iki oğlu Avn ile Muhammed’in, yeğenlerinin, yakınlarının ve Hz.İmam Huseyn’in can dostlarının (Allah'ın selâmı hepsine olsun) şehid edildiği Aşûra Faciası’na baştan sona dek şahitlik etmiştir. Musibetler bununla bitmemiş; esir edilip Kerbelâ’dan Kûfe’ye götürülüp ve İbn-i Ziyad denen rezilin meclisine çıkarılmıştır. O soysuz tam da kendine yaraşan alçaklıkla davranıp en sert ve en can yakıcı sözlerle ona hitap etmiştir. Musibet bununla bitmemiş, esaret yolculuğu Kûfe’den Şam’a kadar devam etmiştir. Şehir şehir gezdirildiği bu esaret boyunca gözlerini kaldırdığında ağabeyi, kardeşi, evlatları ve yakınlarının mızraklara takılı başlarını görüyor; etrafına baktığında ise kırbaçların gölgesi altında, prangalara vurulmuş bir halde, hastalıktan bitâp düşmüş yeğeni Hz. İmam Zeynelabidîn (Allah'ın selâmı üzerine olsun) ile Hz. Resûlullah’ın (Allah-u Teâlâ O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) yetim torunları ve dul kalmış gelinlerini görüyordu. Bu acıları zehirden bile daha acı olan yolculuk; ciğer yiyen kadın Hind’in torunu Yezid’in sarayına girinceye dek sürdü…

Doğduğu günde, Rabbi’ne ruhunu teslim ettiği günde ve yeniden diriltilip düşmanlarından ilahî intikamın alınacağı günde; Resûlullah’ın (Allah-u Teâlâ O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) evlâdı, Ali’nin ve Fatıma’nın kızı, Hasan ve Huseyn ile Abbas’ın bacısı, (Hepsine selâm olsun) Sabrın Dağı, Musibetlerin Anası, Kerbelâ’nın Kahramanı, Haşimoğullarının Akîle’si ve Hz. İmam Huseyn’in (O'na selâm olsun) Hz.Zeyneb-i Kubra’ya selâm olsun!
Okur yorumları
Yorum bulunmuyor
Yorum ekle
İsim:
Ülke:
E-posta:
Paylaş: