Seyyid Safî: “Kur’ân-I Kerîm’deki Hz. Peygamber ile siyerde O’nun hakkında yazılan Peygamber arasında büyük fark vardır. Ancak bizim ihtiyacımız olan ‘Kur’ân’daki Peygamber’dir.”

Mukaddes Hz. Abbas (Allah’ın selâmı üzerine olsun) Türbesi Kültür ve Düşünce İşleri Bölümü’ne bağlı Hz.Resûl-i Âzam (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) Evi I. Müşerref Nebevî Sîret konulu ilmî konferansını başlattı. Konferansta Mukaddes Hz. Abbas (Allah’ın selâmı üzerine olsun) Türbesi Şerî Mütevellîsi Seyyid Ahmed Safî (İzzeti daim olsun) de bir konuşma yaptı.

Konuşmada şunlar yer aldı:

“Şu hassas zamanda belki de Müslümanları bir araya getirecek en iyi şey; Hz. Peygamber’den (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) söz etmektir. Kuşkusuz Allah-u Teâlâ’nın yaradılışı başlatışından sonuna dek de Hz. Peygamber (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) gibi bir şahıs yoktur. Zira o Peygamberlerin “Hâtemi”dir (Tamamlayıcısı, sonuncusu ve mesajlarının mühürleyicisi). Nebîlerin ve Resûllerin en üstünüdür. Allah-u Teâlâ’nın “İşte bugün sizin için dininizi kemâle erdirdim” buyruğu için sakladığı kimsedir. Bu yüzden Hz. Peygamber (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) ümmetleri için gönderilen diğer Peygamberlerin müjdelerinin son durağını ulaştırmıştır. O yüzden de her zaman Hz. Peygamber’in (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) gelip engin yeryüzünde dinini ilan edeceği günü gözlemişlerdir.”

“Birileri şunu sorabilir: Hz. Peygamber (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) hakkında çok şey yazılmışıtr. Müslümanların da bu dine mensup olmakla övünmüşler ve bununla övündükleri gibi Peygamberlerinin sîreti hakkında yazmakla övünmüşlerdir. Müslümanların kalemleri bu konuda elibol davranmıştır. Elimizde Pâk Nebevî siret hakkında yüklü miktarda metin vardır ve bu miktarda varken Hz. Peygamber’in (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) sîretini yazmaya ihtiyacımız var mıdır yok mudur?”

“Bu mübarek merkezin de bu soruya cevap verme hedefi ile temel atılmıştır. Hz. Peygamber’in (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) şahsiyeti ile ilgili çok sayıda soruya cevap bulmayı uhdesine almıştır. Merkez aynı zamanda hak konusunda cüretkâr olmakla yükümlüdür. Zira bizler iki esas şeyden başkasına sahip değiliz: Kur’ân-i Kerîm ve Hz. Peygamber (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin). Şii İmamî mezhebi de Hz. Peygamber’e (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) itaat ve boyun eğmek için Pâk İmamlar’ın (Hepsine selâm olsun) velâyetine inanmıştır. Bu yüzden başlayacağımız temel de Kur’ân ile Hz. Peygamber (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) arasında olmalıdır. Müslümanların bugün üzerine düşen de Kur’ân’ı müdafaa etmektir. Bu yüzden şu anda iki kap arasında (elimizde) bulunan ve Hz. Peygamber’in (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) kalbine inmiş olan Kur’ân’ı müdafaa etmeye girişmişlerdir. Her ne kadar iki fırkada da (Şiilerde de Sünnilerde de) buna aykırı rivayetler geçmiş olsa da; bunlar terk edilip yok olmaya yüz tutmuştur. Bilfiil uygulanan şey Kur’ân’ın işte bu Kur’ân olduğudur.”

“Müslümanlar da Kur’ân’ı savunmak için kuvvetli girişimlerde bulunmuşlardır. Müslümanlar aynı şekilde Hz. Peygamber’i (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) savunmaak için de kuvvetli girişimlerde bulunmuşlardır. Ancak burada çok büyük bir soru işareti bulmaktayız. Hz. Peygamber’e (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) ait olan portre; Kur’ân-i Kerîm ile mutabık olan portre mi?! Muhtemelen işte bu dikkat çekici nokta bizi bu merkezi inşa etmeye çağıran şey oldu.”

“Kur’ân’dakli Hz. Peygamber ile siyerde Hz. Peygamber hakkında yazılanlar hakkında büyük bir fark vardır. Bizlerin bugün Kur’ân’daki Peygamber’e ihtiyacı vardır. Yani Peygamberimiz (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) Fîl yılında doğal bir doğum ile doğmuştur. Eğer nüfus kayıtları verilerimiz olsaydı Hz. Peygamber’in (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) doğumunu; Annesi Âmine’den doğma ve Babası vefât etmiş Abdullah’tan olma diye yazardık. Söylendiği gibi Fîl yılında dünyaya gelmiştir. Yani miladi 570 yılında ya da bazı kaynaklarda geçtiği gibi miladi 571 yılında. Yine nüfus kayıtlarına göre bu müşerref tarih altmış üç sene sonra sona ermiştir. Yani müşerref ömrü altmış üç yıldır.”

“Kur’ân-i Kerîm O’nun mukaddes kalbine kırk yaşından sonra inmiştir. Bu süre boyunca; tarihçilerin kalemleri yazmadan önce Hz. Peyamber (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) Kur’ân’da ne idi? Tarihçiler sîret yazdıkları zaman tarih yazdılar. Hiç kuşku yok ki tarih yazmanın da temel ilkeleri ve usulleri vardır. Tarih de duruma göre (konjontüre göre) bir bir tarafa meyl eder; bir öbür tarafa. Özellikle de – bu mülahazaya (önemli nota) dikkat edilmesini rica ediyorum – Müslümanların Hz. Peygamber (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) sonrası ihtilafa düştüklerini bilirsek. Bu de inkar edilemez bir şeydir. Müslümanlar, ihtilafa düşenler; hepsi aralarındaki çok geniş farka rağmen kendisini Hz. Peygamber’e (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) mensup olarak nitelemektedir. Çünkü her Müslüman kendisinde olana meşruluk vermek ister. Bu da onun hakkındandır. Meşruluğun esası da Hz. Peygamber’e (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) mensup olmaktır. Öyleyse araştırmacının rivayet tarihi yazarken kuşkucu bir halde olması hakkındandır. Çünkü her yazılan şey; saf, sağlam, ithama tabi tutulmamış bir kaynağa sunulmaya muhtaçtır. Bu hususları arz etmeye geldiğimizde de Hz.Peygamber’e (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) ait olduğu söylenen bazı şeylerin hak olup olmadığına dair bazı işaretler beliriyor. Şunu da dipnot olarak ifade edelim: Nübuvvetin kendisine Kur’ân’dan delil gösterilemez. Çünkü bu mantıkçıların tarif ettiği kısır döngüyü gerektirir. Nübuvvetin özüne Kur’ân dışından delil gösterilir. Mutlaka ona başka bir konudan delil gösterilmesi gerekir. Bu konuyu beyan edip Hz. Peygamber’i (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) tasdik ettikten (dediklerinin doğruluğunu gösterdikten) sonra onun getirdiği her şeyin doğru olduğunu söyleriz.”

“Bizde Hz.Peygamber’e (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) ait olan yirmi üç yıllık bir tarih vardır. Bu tarih de Kur’ân-i Kerîm’in işaret ettiğidir. Ondan sonra Hz. Peygamber’in (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) sireti yazıldı. Siret yazılmadan önce Kur’ân-i Kerîm Hz. Peygamber’in (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) kişisel kimliği ile ilgili olarak neleri sundu? (Böyle bir şey) çıkarmak mümkün müdür değil midir? Mesela bugün ders kitaplarında Hz.Peygamber’in (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) ne okuyabildiğini ne de yazabildiğini okumaktayız! Bu mesele de Müslümanların çoğunun nezdinde yaygın bir durumda şu an. Hz. Peygamber (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) ne okumayı biliyormuş ne de yazmayı!! Neden? Kur’ân’ı kendisi getirdi diye itham edilmekten korkulduğu için. Oysa ki bu itham hala günümüze kadar var. Kur’ân Muhammed’in getirdiği Kur’ân’dır; Allah-u Teâlâ’dan gelmiş değildir (diyorlar). Öyleyse ne gereği var Hz. Peygamber (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) okumayı da yazmayı da bilmez demenin? “Ümmîlere içlerinden… onlara Kitab'ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O'dur…” (Cuma Sûresi 2. Ayet) Şimdi ümmî kelimesinin anlamı ne peki?! 1400 yıl sonra sözlükleri okuyoruz; biri ‘Okumaz yazmaz kimsedir’ diyor, öbürü de ‘Ne okuma ne yazma bilmeyen kimsedir’ diyor. Bu ümmîlik terimi şu anda bizde yeni bir terimdir. Biz bu terimi aldık ve Hz. Peygamber’i (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) okuma yazma bilmemesi ile itham ettik. Yani şöyle: Bir bedevi çölden gelse ve ona ‘Okuma yazma biliyor musun?’ dediğimde ‘Hayır’ dese. ‘Gel sana sözlükteki harflerden birini öğreteyim’ desem. Mesela sîn (S harfi) üzerinde anlaşalım. O harfi yazsın. Ben de ona ‘Oku bakalım bunu’ desem ‘Sîn’ der. ‘Sîn’ yaz desem yazar. Bir ay boyunca öylece kaldıktan sonra ‘Bu nedir?’ diye sorsam ‘Sîn’ der. ‘Sîn yaz’ derim yazar. Biz de karşımıza Hz. Peygamber’i (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) getiriyoruz; ‘Sîn’ yaz diyoruz. ‘Bilmiyorum’ diyor!!! (Mümkün mü bu?!) Müslümanlar Hz. Peygamber (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) okuma yazma bilmiyordu diyorlar. Öylece bu Hz. Peygamber’in (okuma yazma bilmez anlamında) ümmî olduğu davası başladı.”

“Bu noktanın netleşmesini umuyorum. Biz O’na ait kimlik kartını soruyoruz. O da bize yarın soracaktır. ‘O gün herkesi İmamı ile çağıracağız.’ Hz. Peygamber (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) de İmamımızdır. Bize ‘Ey Müslümanlar; beni okuma yazma bilmemekle mi itham ediyorsunuz?!!” diyecektir. Ben iki fırkanın ulemasından da söz ediyorum tabii. Evet; bazı ayet-i şerîfelerin zahirinden o anlam anlaşılabilir. Söyledim de; Hz. Peygamber (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) okuma yazma biliyor muydu bilmiyor muydu konusunun kendi başına bir araştırması vardır. Sonucu veriyorum ben: Hz. Peygamber okuma yazma biliyordu. Hz. Peygamber’in (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) Kur’ân’da bir şahsiyeti vardır diyorum. Bu Kur’ânî şahsiyet nereden başlıyordu? Tarihi kaydederken – daha önce de söylediğim gibi – Fîl yılından başlıyoruz. Kur’ân-i Kerîm’de Şuara Sûresinin bazı ayetlerinde şöyle geçmektedir: ‘Ve tevekkül et; seni kalktığın zaman ve secde edenler arasında dolaştığında gören Azîz ve Rahîm’e (güçlü ve esirgeyici olan Allah’a)…’ (Şuara 217, 218, 219) Yani Hz. Peyamber (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) bir sulbden başka bir sulbe intikal ederken Allah-u Teâlâ O’nu görüyordu. Benim aziz kardeşlerden isteğim şu: Ayetlerin hususiyetini görünüz. Diyorum ki: Allah sadece gördüğünü beyan etmek istemiyor. Görülenin bir hususiyeti var. Allah ‘Ey Resûlullah Seni gören…’ diye beyan ederken Hz. Peygamber’in menziletine tazim makamındadır. Biz gelip ‘Senin secde edenler arasında dolaşmanı’ gördüğümüzde bundan çok yüklüce faydalar alırız. Bu da Hz. Peygamber’in (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) atalararının hepsinin muvahhid (Allah’tan başka ilaha tapmayan, Allah’ı birleyen) kimseler olduğudur. Ayet-i Şerîfe’nin ‘O’nu görmesi’ doğumuna dair delil oluşturur. O eskiden doğmuş olsa da! O’ndan (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) bir rivayet aldığım zaman da… Belki de her iki fırkada da nakledilmiş bir rivayet bu: ‘Âdem daha su ve çamur arasında iken ben Peygamber idim…’ Bu rivayeti aldığım zaman bu ayetin Kur’ân-i Kerîm ile çelişmediğini tasdik edebilirim. Sorarım; Hz. Peygamber (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) bize sadece tarihten mi söz etmek istiyordu, yoksa çok daha büyük bir şeyi mi vardı?”

“Geriye dönüyorum. O’nun kişisel kimliğine. Hz. Peygamber yaratılmış; Allah-u Teâlâ da ona has bir feyz vermiş. Nasıl? Gelin benimle birlikte bazı Kur’ân sÛrelerine. Dikkat ediniz; Kur’ân-i Kerîm’de Tahrim Sûresinin bir bölümünde Hz. Peygamber’in (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) mutlaka tahammül etmesi gerektiği benzetmesinde bulunmaktadır. Elçiler Hz. Lut’a gelince ona ne yaptılar? Lut’u kurtardılar ve ceza Lut’un eşi ile kavminden kafir olan kimselerin üzerine indi. Ancak Kur’ân Hz. Peygamber (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) ile böyle davranmıyor! Tahrim Sûresinde 4. Ayete bakınız: ‘Eğer ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz, (yerinde olur). Çünkü kalpleriniz sapmıştı. Ve eğer Peygamber'e karşı birbirinize arka çıkarsanız bilesiniz ki onun dostu ve yardımcısı Allah, Cebrail ve müminlerin iyileridir. Bunların ardından melekler de (ona) yardımcıdır.’ Dikkat ediniz; Kur’ân Hz. Lut ile kullanmadığı bir dili kullanıyor. Bu verilen önem şaşırtıcı. ‘Eğer ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz, (yerinde olur). Çünkü kalpleriniz sapmıştı. Ve eğer Peygamber'e karşı birbirinize arka çıkarsanız bilesiniz ki; cezamız üzerinize iner’ diyebilirdi. Söz kime cezâ verileceğinden değil; O’na (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) atıfta bulunulan hakkında. Bu da Hz. Peygamber’in (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) büyüklüğüne işarettir. Necm Sûresindeki başka bir ayete dikkat ediniz. ‘O, hevâ üzere (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz.’ Şimdi Hz. Peygamber’i (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) tanıtıcı kartı (işlemeye) başlıyoruz. ‘O (söyledikleri) yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir.’ Öyleyse tüm aykırı sesler sussun. Çünkü Hz. Peygamber (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) kendisinden konuşmaz. ‘(Ayetler devam ediyor) Ona (bu Kur'an'ı) gücü çok çetîn olan kimse öğretmiştir* Ululuk sahibidir (Cebrail), (kendi asli suretinde görünüp) doğrulmuştur *En yüce tanyerinde idi* Sonra yaklaştı, iyice yakınlaştı* Derken iki yay arası kadar, hatta daha yakın oluverdi * Ve böylece (Allah) kuluna vahyedeceğini vahyetti. * Kalbi gördüğünü yalanlamadı * Yine de siz gördüğü şey hakkında onunla tartışacak mısınız (çekişecek misiniz)? * Şüphesiz onu (Cebrail'i) bir de diğer inişte görmüştü. * Sidre-tul Muntehâ’nın yanında *…’ Bu kart; kocaman bir karttır. Kesinlikle hiçbir Peygamberden böyle söz edilmiş değildir. Ben tarihte Hz. Peygamber’in (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) Halime-yi Sâdiyye’den emzirdiğini okuyorum! Burada kuşku duyuyorum. Neden çöle gitti; ata binme ve uzdil konuşmak için mi?!! Ben Hz. Peygamber’den bu yöntem (ile söz etmenin) ayıp olduğuna inanıyorum. Ata binmeyi ve uzdilliği çölden nasıl öğrensin?! Hz. Peygamber (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) altı yaşında iken annesi Âmine ölmüştü. Neden annesi onu emzirmedi? Halime-yi Sâdiye de kim peki?”

“Neden Annesi Âmine onu emzirmedi? Halime-yi Sâdiye kim? Mümine midir, kâfire midir? Neden Âmine onu emzirmedi? Halîme-yi Sâdiyye etrafında işlenen hikayenin yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. Öyleyse sahip olduğu mukaddes varlık, özel ilgi ve önem varken neden Halîme onu emzirdi?! Ben Müslüman olmam hasebiyle kuşku duyuyorum. Dedesi Abdulmuttalib O’nun kefâletini üstlendi; babası vefât ettiği için. Zorunluluk vardı. Ancak Halîme’nin Hz. Peygamber’i (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) emzirmesine dair bir zorunluluk var mıydı? Çünkü ben gerçekten bir zorunluluk bulamıyorum. Bazı tarihi metinler arz edildiği zaman insanı bir durmaya (ve düşünmeye) çağırıyor. Çünkü Kur’ân-i Kerîm’de bulunan metin ile çelişiyor.”

“Kur’ân harika bir yaratıcılık gösterip Hz. Peygamber’in (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) portresini vermiş ve O’na büyük tazimde bulunmuştur. Ancak Nebevî sîrete geldiğimiz zaman mutlaka bu sîreti Kur’ân ile yargılamak zorundayız; tersi ile değil. Bu yüzden Hz. Peygamber’in (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) hayatı hakkında doğru bir yaklaşım olmalıdır ki; bunlarla Hz. Peygamber’in (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) yazılmış sîretini ve hakkında çirkin ithamlarda bulunan, doğru olmayan şeyler içeren rivayetlere karşı ihticacda bulunayım (karşıt argüman ya da delil sunabileyim).”

“Bu yüzden merkezden Hz. Peygamber’in (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) şahsiyetine dair detaylı ve özet bir tanıtıcı kart üretmesi istenmektedir. O’nun doğumundan itibaren kerametlerinden ve şahsiyetinden itibaren anlatmaya başlatmalıdır. Çünkü Kur’ân’da buna işaret eden ayetler vardır. Hz. Peygamber’in (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) sîretinin toplumda bıraktığı etkiler nelerdir? (Bunu da yazmalıdır) Çünkü Hz. Peygamber’in (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) sîreti hakkında şu anda bulunanlar doğru değil ve aldanan kimselerin Hz. Peygamber’e (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) dil uzatmasına kapı açmaktadır.”

“Bu yüzden Hz. Peygamber’in (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) hayatının üç aşama üzerinde olmasına çağırıyoruz. Bunlar: Müşerref vilâdeti öncesi, müşerref hayatı boyunca ve vefâtı sonrası. Çünkü O’nun vefâtı sonrası işin bitmiş olması mantıklı değildir. Bu iş doğru değildir. Bu yüzden de mutlaka Hz. Peygamber’in (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) gerçek bekâsı araştırılmalıdır. Kur’ân-i Kerîm bu üç aşamaya dair özet bir portre çizmiştir. Öyleyse mutlaka bunların detayına inilmeli ve hakikatlerine vakıf olunmalıdır ki Hz. Peygamber’in (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) makamı hakkında (ileri geri) konuşanlara ihticacda bulunabilelim. Yapmamız gereken bu işler; fıkhî meselelerden de önemlidir. Çünkü Hz. Peygamber’in (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) hayatını ilgilendirir.”

Konuşmasının sonunda Seyyid Safî konuk ve katılımcı öğretim üyeleri ile akademisyenkeri Hz. Peygamber’in (Allah-u Teâlâ O’na ve Pâk Ehlibeyti’ne salât eylesin) Kur’ânî sîretini ortaya çıkarmak için çalışmaya teşvik etti. Seyyid Safî bu siretin diğer siretlere eklenip eksen oluşturacağını ve doğrudan Kur’ân-i Kerîm’den alındığı için diğer siretleri de bu siyere göre yargılanacağını belirtti.
Okur yorumları
Yorum bulunmuyor
Yorum ekle
İsim:
Ülke:
E-posta:
Paylaş: